Korkuyla kapandığımız kulübelerimizde beş on dakika sonra yeniden bir siren sesi duyuyoruz. Bir an buna anlam veremiyoruz. Daha kötüsü olabilir mi? Normalde ikincisi tehlikenin geçtiğini haber verse de dışarı çıkmıyoruz. Bu kadar kısa sürede geçecek bir durum olmadığını biliyoruz zehirli gazın. Neden sonra çığırtkanlar çıkıp duyuru yapınca anlıyoruz gerçeği. Bu durum, benden bile saklanan bir tatbikatmış meğer. Bunu kesinlikle ülke güvenliğinden sorumlu Seşya düşünmüştür. Onu gördüğümde tebrik etmeliyim çünkü gerçekten çok inandırıcıydı. Tabii böyle bir tatbikatın amacı neye ne kadar hazırlıklı olduğumuzu görmek, eksikleri tespit etmek. Ve ben bu arada eve kapanırken arka bahçemdeki barınakta yaşayan canları unuttuğumu fark ediyorum dehşetle. Onların her biri için de önlem almalıyım. Kedi ve köpekler oldukça yaşlı olduğundan genelde kulübelerinde yatıyorlar. İki tavuk ve kaz yaratılışları gereği geziniyor bahçede. Öncelikle onları korumak adına naylondan, çadır gibi bir korunak yapabilirim. Beynim oldukça hızlı birbirinden alakasız konulara sıçrayıp duruyor. İçten içe panik halim sürüyor. Ben böyleyim, umulmadık bir anda sakinken o anın ardından panikliyorum hep. Eminim benim gibiler vardır. Tehlike geçti mi başlıyor kalbim küt küt atmaya, sırtımdan başlayan bir sıcaklık tüm vücuduma yayılıyor, en son da ellerde ve ayaklarda hafif bir titreme oluyor. Şimdi de aynısını yaşıyorum. Sahip olduğum dik duruşu kaybediyorum. Hatta ağlamak geliyor içimden ama bunu aileme belli etmiyorum tabii.
-''Barınaktaki canlara yemek verdiniz mi?!'' diye soruyorum eşime. Onun kocaman açılan gözlerinden anlıyorum az önce düşündüğüm şeyi aklından geçirdiğini.
-''Aaaaa! Biz can havli ile içeri kapandık ama dostlarımızı unuttuk! Hemen veriyorum yemeklerini!''
-''Sen dur, bana ver! Hem ben onları da koruyacak bir şeyler yapacağım.''
Eğer ilk siren gerçek olsaydı ve onlardan birine dahi zarar gelseydi eşim ile ben müthiş bir vicdan azabı çekerdik. Böyle olmadığına seviniyorum ama onları nasıl unuttuğumuza hala akıl erdiremiyorum. Onlara vereceğim yemekler ile arka bahçeme gidiyorum. Sakin halleriyle yerlerindeler. Önce artık yaşlılıktan dişleri bile iyi kesmeyen patili canlarımıza mama kaplarını veriyorum. Her seferinde onların hüzünlü bakışlarında pek çok anlam görmek beni üzüyor. Bu bakışlarda daha önce yaşadıkları acıların ve şimdi duydukları minnetin yansımaları var. Eğilip okşuyorum onların tüylerini. Gerekirse onları da kulübeme alırım. Bana sığınan bir canı asla yarı yolda bırakmam! Ardından boş boş gezinen tavuklar ile kaza bir şeyler veriyorum. Gerçi onlar bahçedeki böcekler ve otlar ile aç kalmaz ama olsun, canlarım arasında ayırım yapmam ben, hak geçmesin! Bu hisler ile dünyaya gelen ben sanki çoğu alanda acı çekmeye mahkum edilmişim. Tabii bu sözlerimle o, eski, nefretlik dünyayı kastediyorum. Neyse, yeniden oralara dalmanın bir anlamı yok. Kulübe ve kümesin çevresine birkaç kazık çaktıktan sonra naylon tabakaları onlara çivileyip sağlamlaştırabilirim. En sonunda üstü de bir çatı gibi yine kapatırım naylonla. Her seferinde fazladan yiyecekleri de olmalı ki birkaç günü içeride geçirirsek aç kalmasınlar ve de su çok önemli. Ayrıca kapladığım yerin etrafını hendek gibi kazıp aşırı yağış ihtimaline karşı tedbir alabilirim. Ön bahçedeki depoma gidiyorum bunları yapmak için, her an her şey olabilir.
-''İlkkannnn! İlkkannn!'' diye bağıran Can'ı duyuyorum. Aramızdaki çite yaklaşıyorum.
-''Selam dostum! İyi panik yaptık ama!''
-''Yaaa sorma! Ben henüz yiyecek ve su bile alamamıştım içeri! O anki korkumu anlatamam sana! Acaba ne kadar sürecek, evdeki erzak yeter mi? Aklıma çok korkunç olasılıklar geldi!''
-''Ben sözde hazırlıklıydım ama yine de panikledim. Şu Seşya bambaşka biri!''
-''Sorma, ödümüz b.kumuza karıştı sayesinde! O çekiç ile ne yapıyorsun sen?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFRETİYA (Yetişkin.) Tamamlandı.
Ciencia FicciónBiz bir süre bilinen dünya içinde yaşamış ve asla umduğunu bulamamış insanlarız. Yakalandığımız sendrom da belli: Nefretiya! Anlamı, yaşamda umduğunu bulamayan kişilerin yaşadığı aşırı mutsuzluk hali ve onun sonucunda ortaya çıkan değişik bir hastal...