Zar zor gelebildiğimiz oyun aslında güzel bir seçimdi. Şinasi'nin ''Şair Evlenmesi'' adlı eseri modernize edilerek ve müzikal olarak seyirciye sunuluyor. Uzun zamandır evlerine kapanıp kalan halkımız çok eğleniyor.Su ile Gül ağzı açık seyrediyor sahneyi. Şair Müştak Bey ile Kumru'nun aşkı, düğünleri ve düğün gecesi Müştak Bey'in sevdiğime kavuştum derken gelinin duvağını kaldırınca sevdiğinin evde kalmış, yaşlı ablasını görüp dehşete düşmesi, ardından tatlıya bağlanan son. Müştak Bey ile Kumru'nun hoş kavuşmaları. Kadınımın nefes almadan, gözlerini ayırmadan oyunu takip etmesi ve kahkahaları bana da iyi geliyor. Su ile kendilerinden geçiyorlar hatta Su bir bebeği olduğunu bile unutuyor. Ve işte bu noktada dostum Can'a çok üzülüyorum. Çünkü biz oyunu seyredip eğlenirken o hep arka sıralarda bir yerde bebeği susturmakla zamanını geçirdi. Arada bir yanına gittiğimde dostumun ne kadar tükenmiş olduğunu bir kez daha görüyorum. Kucağındaki oğlu ise oldukça formunda, viyaklayıp duruyor. Baba olmak da ne zor işmiş! Onun haline içten içe acıyorum ama beni birkaç ay sonra bekleyenleri düşündükçe de kendim için endişeleniyorum. Su, bir kere bile yerinden kalkıp çocuğunu görmeye gelmedi. Sanki ben doğurdum, artık sende, diyor kocasına. Fakat hayat evlilikte ortak değil mi? Gece boyunca dostumu kaderine terk etmesini haksızlık kabul ediyorum. Gül bana böyle bir şey yapmaz. Yapmaz mı acaba?! Kendimi belki de kandırıyorum şu an. Lakin zoraki geldiğim bu akşamın daha tatsız hale gelmesini istemediğimden iyi şeyleri görmeye çalışıyorum. Hem kısıtlı imkanlar içinde bile tiyatro grubumuz oldukça iyi iş çıkarmış. Gönülden tebrik ediyorum onları. Akşam, çoğu vakit kendimi oyuna veriyorum, ancak böyle sıkıcı düşüncelerimden kurtulabilirim. Hem Gül'ün de benimle ilgilendiği yok. Su'nun bebeğini unutması gibi o da beni aklından çıkarmıştı. Darılmıyorum ama ona. İlk defa bir oyun seyrettiği, parlayan gözlerinden ve heyecanından belli. Onun tadını kaçırmanın bir anlamı yok. Oyunun ardından büyük bir alkış kopuyor salonda. Sanat, muhteşem bir şey ve biz bu konuya çok önem veririz. İnsanın güzel duygularını besleyen en büyük güçlerden biri sanattır. Bu tür etkinliklerin üzerimizde bıraktığı etki ise pahasız. Küçücük dünyamıza ve ülkemize bin bir renk katıyor. Ve ardından ikram kısmına geçiyoruz. Herkes kendince bu paylaşıma katılmış. Uzunlama masanın üzeri çeşit çeşit tabaklarla ve içeceklerle dolu. Bu tür akşamların diğer büyük faydası da bu. Ortaklaşa, kardeşçe, sevgiyle bir şeyleri paylaşabilmek. Ülkemize ve birbirimize bağlılığımızı güçlendiriyoruz. Kış şartlarında günlerce evlerimizden çıkamadığımız için görüşemediğimiz dostlarımızla sohbet ediyoruz. Masanın başı oldukça kalabalık, ikramlık alanlar ve konuşmaya dalanlar ile. Öncelikle gidip tiyatro grubumuzu kutluyorum bize yaşattıkları güzel akşamdan dolayı. Ardından masaya gidip Gül ve Su için iki tabak hazırlıyorum. İkramları kadınlara verirken gözüm yine en arka sıradaki dostuma takılıyor. Sanırım bebek susmuş olacak ki Can uyuyup kalmış yerinde. Sepeti de yanına yerleştirmiş. Zavallı arkadaşıma da bir tabak hazırlayıp yanına gidiyorum. Hafifçe koluna dokunuyorum, yerinden sıçrıyor ve hemen beni uyarıyor:
-''Aman sessiz ol, daha yeni uyudu!'' Tabii bunu fısıltıyla yapıyor ve ona uzattığım tabağı bir anda silip süpürüyor. Sanırım yemek yemeğe de fırsatı olmamış. Can bana çok şey anlatan bakışlar atıyor. Onun için üzülüyorum ama elimden gelen bir şey de yok.
-''Haydi beyler kulübelerimize dönelim!'' diyen Su bir kraliçe edası ile tepemize dikiliyor. Ne rahat kadın! Saatlerdir kocası burada helak oldu, onun şeyinde bile değil! Gül, pek konuşmuyor, koluma giriyor eve dönmek için. Gösteri kulübesinden çıkıyoruz. Bu kez Su ile önden önden gitmiyor. Demek varlığımı hatırladı, hayret! Sanırım biraz ona trip atmalıyım. Fakat bunu yapmak için yuvamıza dönmeliyiz önce. Rüzgarın şiddetlenmiş, bıçak gibi keskin yüzümüzü dağlıyor. Demiştim ben ama en başta da beni dinleyen kim?! Şiddetli esintiden biraz da olsa korumak adına kadınıma sarılıyorum. Can, bebeği korumaya çalışıyor, diğer yandan da koluna giren Su'ya laf anlatma derdinde. Gelişimiz bir garip, dönüşümüz ızdırap dolu. Bu hızla da oldukça yavaş ilerliyoruz. Başımızı öne eğip rüzgara karşı durmaya çalışıyoruz, bata çıka on dakikalık yolu yarım saatte ancak tamamlıyoruz. Dostlarımızla vedalaşıp evimize giriyoruz aceleyle. Üzerimizden karlar dökülüyor. Pasaklı ve Dertli bizi kapıda karşılıyor. Giderken bıraktığımız yerdeler. Ben odunluğumuza gidiyorum, zayıflayan sobayı canlandırmam lazım. Bu arada Gül ortada görünmüyor. Büyük ihtimal odamızda üzerini değiştiriyor. Aklımdaki planımı düşündükçe yerimde duramıyorum, hızlı hızlı odunları sobaya atıp harlıyorum. Çıtırtılı alevleri görünce ellerimi ovuşturuyorum zevkle çünkü sıra bende. Bakalım Gül benim tiyatromu beğenecek mi? Şevkle odamıza dalıyorum. Bir zamanlar seyrettiğim filmlerdeki gibi bir playboy havasındayım. Şehvetli bir gülüş, çapkın bakışlar yerleştirmişim yüzüme. Kapıya bir kolumu dayayıp diğer elimle saçlarımı geriye doğru sıvazlıyorum. Karımın yarı çıplak halini görüyorum ve çok manidar bir ıslık çalıyorum. Ama o nedense benimle ilgilenmiyor. Canım sıkılıyor buna tabii ama vazgeçmeye de niyetim yok. Gül geceliğini giyip yatağımıza giriyor. Benimle aynı havada değil. Onu ateşlemem şart! Karşısına geçip kendimce bir şeyler mırıldanmaya başlıyorum ve aynı zamanda sağa sola sallanıp dans ediyorum ahenkle. Seksi göründüğümü düşünsem de kadınım bana bakmıyor. Olamaz, bunu kabul edemem! İç gıcıklayan melodiyi daha yüksek sesle başlıyorum odaya yaymaya. Gözüm kadınımda ellerim pantolunumda. Hafif aksak figürlerle üzerimdekileri çıkarmaya başlayınca onun dikkatini çekiyorum. İlgiyle beni seyretmeye başlıyor. Ben iki elimi vücudumda gezdiriyorum, kıvırıyorum yavaş yavaş. Nihayetinde sadece iç donumla kalıyorum. Tamam, kabul ediyorum, bu halimle çok seksi değilim ama bunun için gayret gösteriyorum. Eğilip eşime sanatçı selamı veriyorum. Gül, alkışlıyor beni yatağın içinde ve bağırıyor:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFRETİYA (Yetişkin.) Tamamlandı.
Ficção CientíficaBiz bir süre bilinen dünya içinde yaşamış ve asla umduğunu bulamamış insanlarız. Yakalandığımız sendrom da belli: Nefretiya! Anlamı, yaşamda umduğunu bulamayan kişilerin yaşadığı aşırı mutsuzluk hali ve onun sonucunda ortaya çıkan değişik bir hastal...