Karanlık bir sabaha gözümü açıyorum. Gece şiddetlenen kar yağışı devam ediyor. Biraz serin hissediyorum. Soba sönmüş olmalı.Yanımda uyuyan eşime bakıyorum. Onu rahatsız etmeden doğrulup yataktan kalkıyorum. Salona geçtiğimde canlarımız beni neşeyle selamlıyor. Aç olduklarının farkındayım. Çirkef'in yavruları pijamamın paçalarına tırmanmaya çalışıyor, üzerlerine basmaktan korkuyorum, dikkatli dikkatli atıyorum adımlarımı. Sanırım önce onları doyurmalıyım. Üç mama kabını dolduruyorum mama ile ve önlerine koyuyorum ki beni serbest bıraksınlar. Yavaşça zorladığım kapı açılıyor kar parçaları dökülüyor önüme. Bunlar ayazda donarak ufak topluluklar haline gelmiş. Üzerime bir şey almayı unuttuğumu fark ediyorum çünkü kapı açılır açılmaz muhteşem bir soğuk sarıyor beni, hafiften titriyorum. Bir an önce işimi bitirmek istediğimden hareketlerim sarsak ve titrek çizmelerimi ayağıma geçirirken. Ayağıma tam oturmayan çizmelerimin üzerine basarak odunluğa gidiyorum. Yanıma aldığım büyük kovayı dolduruyorum odunlarla ve taşıyabileceğim kadarını da kucaklıyorum. Eve dönerken yüzüm esintiye karşı, kar taneleri gözümün içine giriyor, rüzgar yüzümü donduruyor adeta. Sonunda kulübeme dönüyorum, elimdekileri ve kovayı yavaşça sobanın yanına serilmiş eski bir örtünün üzerine bırakıyorum. Sessiz kalmaya dikkat ederek iri odunları sobaya yerleştiriyorum. Kenarlara, ortaya ve üste ufak çıra parçaları yerleştiriyorum, çıralardan birinin tutuşturuyorum. Önce nazlı bir alev görünüyor, titrek ve zayıf. Tutuşan çırayı en üste diğer ince tahta parçalarının üzerine yerleştiriyorum, alev almalarını bekliyorum, arada bir eğilip hafifçe üflüyorum. Derken o sıska ateş çalı çırpının arasında kuvvetleniyor ve hepsini sarıyor. İyice kuvvetini bulduğuna emin olduğum alevleri görünce sobanın kapağını kapatıyorum. Ellerimi öne uzatıp ovuşturuyorum. İki adım yere gittim ve döndüm ama ellerim buz gibi. Canlarımızın da sobanın önünde yerlerini aldığını görüyorum. Öyle güzeller ki! Pasaklı, Dertli, Çirkef ve yavruları yuvarlak masa toplantısı düzeninde yerlerini almış bile. Hepsini sırayla seviyorum, adil olmalıyım, hepsinin değeri pahasız. Bu arada yavrular hareket eden elime atlıyor, kendilerince oyun yapıyorlar. Bir tanesi çöktüğüm yerde paçama sarılıyor. Büyükler ise olgunluklarıyla sevilme sırasının kendine gelmesini bekliyor. Artan ısı ile keyfimizi buluyoruz. Çaydanlığı suyla doldurup sobanın üzerine koyuyorum, yavaş yavaş olsun. Banyo kabinime giriyorum, biraz titreyerek temizleniyorum. Duştan çıktığımda eşimin uyandığını görüyorum. Saçları dağınık, yanakları pembiş, gözleri parlak. Bu belirtilerden mutlu olduğunu anlıyorum. Sobanın yakınına oturuyor önce, uyandığını anlayıp ısındığını görünce kalkıyor, bana sarılıyor.
-''Güzelce temizleneyim de kahvaltı yapalım!''
-''Çayı koydum bile, sen duşa gir ben hazırlamaya başlıyorum.''
-''Sen harika ve çok tatlı bir adamsın!'' deyip beni öpüyor kadınım. Ben yine biraz şımarıyorum, insan uzun zaman sonra güzel sözler duyunca bir hoş oluyor doğal olarak. Ona bakıp sırıtırken dün geceyi hatırlıyorum. Kadınım şuh bir kahkaha atıyor ben onun bacaklarını okşarken ve nazlı nazlı konuşuyor:
-''Çapkın ve dayanılmaz erkeğim benim!'' dediğinde bu sözlerin alay mı ciddi mi olduğunda kararsızım. Hala kendime güvenimde az da olsa şüpheliyim. Eşim sekerek banyoya giderken aman, ne olursa artık, diyorum ve fazla takılmıyorum kuruntularıma. Döke saça çıkardığım tabakları ve fincanları masaya götürüyorum. Şımarınca bende azıcık da olsa bir sakarlık ortaya çıkıyor ama sonra hemen geçiyor. Kocaman, yuvarlak, ev ekmeğini ince ince dilimlemeye çalışıyorum, sobanın üzerine itina ile diziyorum. Bayılırım kızarmış ekmek kokusuna. Kaynayan suyu görüp çayımızı demliyorum. Diğer uca koyduğum yumurtalar da kaynamaya başlıyor. Burnuma dolan enfes koku ile ekmekleri tersine çeviriyorum. Kızaranları derin bir tencereye alıyorum, onları biraz sonra yağlayacağım. Demlediğim çayın kokusu ekmek kokusuna karışınca artık bir an önce kahvaltıya başlamak istiyorum. Bunlar çoğu kişi için önemsiz ve ufak şeyler olabilir ama benim için çok önemli. Bir evi yuva yapan, insana mutluluk getiren küçük ama etkisi büyük detaylar bana göre. Yumurtaları alıp soğuk suyun altına tutuyorum ama sabırsız olduğum için fazla bekleyemiyorum. Masaya geçip kızaran ekmekleri yağlamaya başlıyorum. Gül, o sırada duştan çıkıyor, koşa koşa odamıza gidiyor giyinmek için ve bana:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFRETİYA (Yetişkin.) Tamamlandı.
Science FictionBiz bir süre bilinen dünya içinde yaşamış ve asla umduğunu bulamamış insanlarız. Yakalandığımız sendrom da belli: Nefretiya! Anlamı, yaşamda umduğunu bulamayan kişilerin yaşadığı aşırı mutsuzluk hali ve onun sonucunda ortaya çıkan değişik bir hastal...