Göz kapaklarımın kurşun gibi ağırlığında uyanmaya çalışıyorum bir süre. Baş ağrısı ile karışık bir sersemliğim var. Akşamdan kalmanın klasik halini yaşıyorum. Tüm gücümle başımı yana çeviriyorum, aralık gözlerimden karımı yanımda hala uyurken, belki de sızmış haliyle görüyorum. O şiddetli rüzgarın yok olduğunu anlıyorum. Öyle sessiz ki etraf. Gül'ü yavaşça kolumdan kaydırıp yastığına yatırıyorum. Parlak bir ışığın içinde kalıyorum dolabı hafifçe pencerenin önünden çekince. Evet evet, güneş doğmuş ve kasırgayı atlatmışız. İlk izlenimime göre bahçe bize ait olmayan nesnelerle dolu, bahçe kapısı yerinden sökülmüş ama detayları görmek için bahçeye çıkmam şart.
-''Neler oluyor?!'' diyen eşimin sesi hala uykulu ve neler olduğunun farkında değil.
-''Bitmiş, kasırga bitmiş!'' diye ona güzel haberi veriyorum.
-''Yaaaa!'' diye bir çığlık atıp yataktan kalkmaya yeltense de ilk hamlesinde yüzü buruşuyor, sanki bulantısı var gibi. Yüzü de sapsarı. Korkuyorum bir an onu öyle görünce.
-''İyi misin?'' telaşı ile yanına koşuyorum. O, gayet sakin konuşuyor benimle:
-''İyiyim iyiyim! Şaraptan olmalı, sanırım çok kaçırdım.''
-''Aha ha ha! Sadece yarım kadeh içtin yahu! Demek ki bünyen alkole karşı zayıf, neyse! Ben bahçeye çıkıp durumu kontrol etmek istiyorum.''
-''Dur, ben de gelmek istiyorum.''
-''Pek iyi görünmüyorsun, biraz daha yat ve dinlen.''
-''Yok yok! Ben kendimi biliyorum, yattıkça kötü hissederim. Duş almak istiyorum, o beni kendime getirir.''
-''Nasıl istersen!'' diyorum ve koluna girip kalkmasına yardımcı oluyorum. Eğer şüphelerimiz doğruysa, bir bebek taşıyorsa dikkatli olmalıyız. Beraber salona geçiyoruz, o kolumdan çıkıp duşa gidiyor. Kapıya çaktığım çivileri söküyorum. Canlarımız bahçeye çıkmak için sabırsız görünüyor. Nihayetinde tahta kapı inler gibi gıcırdayarak açılıyor. Bir anda içeriye dolan temiz hava beni çarpıyor sanki. İki gün eve kapanmak bile oldukça sıkıntılı bana göre. Sökülen bahçe kapısı yolun ortasında duruyor. Tahta parçaları, dallar, teneke parçası var birkaç tane, depomun çatısında bir iki tahta eksik, arka bahçede bir iki ağacım eğilmiş. Ağaçlarımı kurtarmam gerekli. Temizlik kabini de epey dağılmış rüzgarda. Derme çatma olduğu için bunu bekliyordum ve hiç şaşırmadım. Dolu su bidonları dahi sağa sola dağılmış. Görünüşe göre bizi birkaç gün uğraştıracak iş var. Tek tesellim, bu kasırganın ürünlerimizi toplayıp kışlık olarak hazırladıktan sonra olması. Yoksa zor günler yaşayabilirdik. Kulübeye dönüyorum. Eşim duştan çıkmış, ben temizlik kabinine gidiyorum ve bu arada ona olanları söylüyorum:
-''Birkaç günlük işimiz var, rüzgar ne varsa yığmış bahçeye. Temizlik kabini yok gibi, deponun çatısı hasarlı, bahçe kapımız da yolun ortasında. Sen kahvaltıyı hazırla, ben temizleneyim, kahvaltıdan sonra işe girişelim!''
-''Hazırlamaya başladım bile kahvaltıyı, canlarımızın yemeklerini vereyim önce, ardından her şeyi beraber yaparız.'' derken öyle içten ve sakin ki. Beraber olduğumuz sürece altından kalkamayacağımız bir şey yok mesajını veriyor bana. Bahçenin durumuna sıkılan canım, onun bu sözleri ile normale dönüyor. Kadınım benim!, diyorum sevine sevine içimden ve aceleyle temizlik kabinimize giriyorum. İnsan doğası oldukça ilginç. Son nefesi verene dek umutlar yeşertiyor varlığında ve sanırım ki bizi bu dünyaya karşı dirençli kılan bu özellik. Benim umutlarım yoktu bir ara. Her şey kötü gitmişti ve sonuna dek de öyle olacağına inanmıştım. Herkesin yaşamında bir dönüm noktası vardır. Bende bu iki defa oldu. Bir, bu ülkeyi kurup yerleşmemiz; iki, eşim. Kendimizi güvende hissetmek için kafamızın rahat olması gerekli. Ülkemizde bu rahatlığa kavuştum ama önceleri aşktan yana hiç düşüncem yoktu. Eski dünyadaki tecrübelerim bana kendimi değersiz, çirkin ve sıradan hissettirmişti çünkü. İnsanın en büyük şansı bir insanla karşılaşması. Ama gerçek anlamda insan. Sevmeyi bilen, dürüst, değer veren, sizi anlayan ve her halinizle sizi kabul eden bir insan. Çünkü bizi biz yapan olumlu ve olumsuz her özelliğimizin toplamı. Bunu görebilen, eksiğinizi tamamlayan, kendinizi bütün hissettiren bir insana denk gelmek ise muhteşem! Bu duyguyu da bana yaşatan Gül oluyor. Bazen onu ilk görüşümü ve ilk halini hatırlıyorum ve kendi halimi. Ne kadar boşvermiş ve umutsuzduk. Sığındığımız bu ufacık yerde kıyametin kopmasını bekliyorduk gizli gizli. Yalnızlığımızın girdabında bata çıka yaşıyorum demeye çabalıyorduk ve her şey oldukça zordu, hatta bazen nefes almak bile. Burada farklı bir boyutta olduğumuzu kurduk bir süre. Sonra gördük ki nereye gidersek gidelim biz hep yanımızda. İster uzayın çok uzak bir noktasında olun, isterse bilinen dünyada. Anladık ki insan içinde kurduğu ülkelerle var oluyor. Tabii hadsiz ve kötü biri çıkıp bir anda ülkenizi başınıza yıkmazsa. Duygusal yönden halimiz tam da buydu. Biz duygularımızın da yaşamasını istiyorduk aslında. Çünkü kaçtığımız yerin en büyük sorunlarından bir buydu. Sevgi kıtlığı, saygı yokluğu, utanabilme, gibi gibi. Çünkü bu duygular yok olursa düşünürken etik değerlerin erozyona uğraması kötü fikirleri düşündürür insana. Bana ne, benim olsun, hep ben denildiğinde de zaten kendi sonumuzu hazırlamaya başlarız farkında olmadan. Sanırım biz kaçıp sığındığımız bu yerde bu işin çoğunu halletmiş durumdayız. İki yıldır, ne hırsızlık ne kavga ne dolandırıcılık ne cinayet yaşandı bu topraklarda. Kulübelerimizin kapısını kilitlemeyiz bile bir yere giderken. Birbirimizin iyi olduğuna inandık ve birbirimize güvendik. Topluca bir rahatlama haline girdik ardından. Basit bir yaşam felsefemiz oldu. Yardımlaşmayı ve paylaşımı seçtik. Her canlıya saygı duyduk. Sonuç ne mi oldu? Harika şeyler oldu. Doğal beslenme nimetine kavuştuk, eski dünyadaki hastalıkları yaşamadık. Havamız tertemiz. Tüm rahatsızlıkların baş nedeni stres çıktı hayatımızdan. Öfke gibi duyguları en aza indirdik çünkü herkes olması gerekeni yaptığında sinirlenecek bir durum da ortaya çıkmıyor. Sanatla kuvvetli bağlar kurmaya çabaladık. Ülkemizde ve dünya genelinde elimizden geldiğince bu alanda yapılanları takip ettik. Okuduk, şiir dinledik, tiyatro oyunları seyrettik. Biliyorduk ki sanat insanın iyi yanlarını güçlendiren en büyük kuvvet. Tüm bunları becerdikten sonra ufak yaşamlarımızda kaldık. Kimse, daha fazlasını istemedi. Ve günü birinde bizi buraya sürükleyen nefretiya sendromundan kurtulduk. Gayet sağlıklı insanlar olduk. Bunun üzerine yeni düzenlemelere gittik. İlk günlerimizin sert anlayışı ve sert konuşma tarzı yumuşadı ve olması gereken hale geldi. Atlattık çok şükür diyerek küçük yuvalarımızda neşeyi bulduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFRETİYA (Yetişkin.) Tamamlandı.
Fiksi IlmiahBiz bir süre bilinen dünya içinde yaşamış ve asla umduğunu bulamamış insanlarız. Yakalandığımız sendrom da belli: Nefretiya! Anlamı, yaşamda umduğunu bulamayan kişilerin yaşadığı aşırı mutsuzluk hali ve onun sonucunda ortaya çıkan değişik bir hastal...