MANTIK

2.1K 5 2
                                    

          O geceyi sözüm ona dinlenerek geçiriyorum. Vücut bir yere kadar tamam ama beyne çözüm bulamıyorum, durmadan kaygı üretiyor. Kulağım hep her an duyabileceğim uyarı sireninde. Bıçak üstü yaşamayı kimse sevmez ama başa gelince razı oluyorsunuz. İnsan yapısı oldukça değişik. Bir yandan bakılınca çok zayıfız, diğer yandan bakılınca da yaşama iç güdüsü sayesinde zorluklara dayanmayı başarıyoruz. Veya karmaşık bir kompleksin beklenmeyen tepkileriyle halimize şaşırıp devam ediyoruz hayat denen şeye. En olmaz, dayanamam dediklerimize bile alışıyoruz. Bu, bazen insanın doğasındaki yüzsüzlük gibi geliyor bana. Tabii bu benim görüşüm. Mecburiyetten dolayı, sevdiklerimizden dolayı yapıyoruz bazı şeyleri. İnsan başkası yaptığında bazı hareketleri onaylamasa da kendisi aynısını yapınca hep haklı çıkarıyor davranışını. Değişik bir şeyiz işte neticede. Kendime de kızıyorum, dinlenmek için yatmışsın, bu  ne şimdi kafanda dolaşanlar?! Bu da beynin farklılığı. Hiç aklınızdan geçemeyen şeyleri, hem de bol çeşit ile yığabiliyor önünüze. Size de olmuştur mutlaka. Özellikler uyumak için yattığınızda bazen fazladan mesai yapar aklınız. Bilmem kaç zaman önce olmuş bir durumu zihninize taşır ve siz farkında olmadan o olayın yaşandığı zamana dönüp onu yeniden değerlendirirsiniz. Belki de bu, aklın kendini koruma yöntemlerinden biri. Anın krizinde yıpranmamak için bizi oyalıyor bazen. Tabii kesin değil bu varsayımım, tıp alanında uzman değilim, sadece yaşanmışlıklarımdan yola çıkıyorum. Belki de bazı sanatçıların dediği gibi dün, bugün, yarın yok; sadece zaman var. Tek parçadan oluşan bir zaman, yaşadığımız ve yaşamadığımız. Allahım uyumayı beklerken filozof kesildim birden bire. Düşünme artık diye beynime çıkışıyorum içimden. Çok dinler ya beni! Ben onu yönlendirmeliyim, istediğim güzel anlarımı düşüneyim diye karar veriyorum. Çok uykusu olup da buna bir türlü kavuşamayan kişinin sıkıntısında yan tarafıma dönüyorum. Gül, nasıl da rahat uyuyor! Tabii bana güveniyor, insanın sırtını dayayacağı birinin olması her vakit huzurdur! Ama şimdi tatlı kadınımın hakkını yiyemem, bana çokkk güzellikler yaşattı ve yaşatıyor. En güzeli onunla ilgili anılarımı göndereyim beynime. Bir kolumu beline atıp sarılıyorum ona, o tatlı lavanta kokusunu içime çekiyorum. Onu ilk gördüğüm günü, bir anda ona karşı yaşadığım yoğun duyguları, yaratık eski eşinden onu kurtarışımı, evlilik teklifimi, düğünümüzü ve ilk gecemizi geçiriyorum aklımdan bir bir. Yok, olmuyor, yine uyuyamıyorum! Gözlerim yanıyor artık ama olmuyor! Kalksam ne olacak? Gecenin bir saati hem de. Tekrar sırt üstü yatıyorum kolumu eşimden çekerek, o farkında bile olmuyor, bilmem kaçıncı uykusunda. Bu arada kaygılarım beni yeniden ele geçiriyor. Ya birden uyarı sirenleri başlarsa! Ya zehirli gaza maruz kalırsak?! Yok arkadaş, artık uykularım dahi haram kesiliyor bana! Daha fazla yatakta kalamıyorum. Usulca kalkıyorum yerimden, odadan çıkıyorum, salona geçiyorum. Ortalık oldukça sakin. Alya ve Beril uyuyor. Boş kalan salon koltukları canlarımız tarafından paylaşılmış. Dertli, Pasaklı, Çirkef ve yavruları, Tatlı koltuklara yayılmışlar. Laboratuvarıma gidip çalışmaları bir gözden geçireyim diyorum ama daha karanlık, oradaki ışık da oldukça zayıf. Günün ilk ışıkları doğana dek burada takılayım, okumam gereken evraklara bakayım. Kapıyı ve pencereleri kontrol ediyorum önce, durumları gayet iyi, gördüğüm kadarıyla hava geçiren boşluk yok. Sabah bunun aynısını laboratuvarıma da yapmalıyım. Kahve alıyorum kendime ve ufak çalışma lambamı kullanıyorum sadece okumak için. Masanın üzerine evrakları ayırıp bırakıyorum, her biri eski bir medeniyet ile ilgili. İster inanın ister inanmayın ama her birinin bizim bugün bile açıklayamadığımız yönleri var. Bu konu ile ilgili pek çok çalışma var ama benim şimdiye en çok ilgimi çeken, Eric Von Daniken'in yazdığı ''Tanrıların Arabaları'' adlı kitap. İsviçreli yazarın bu kitabı bana hep ilginç gelmiştir. Çok eski dönemlerde insanlığın gelişmiş varlıklar tarafından ziyaret edildiğini öne sürüyor, tartışmalı edebiyata giren eseri dünya çapında yankılar uyandırmış. Belki de gerçekten bu tezi doğrudur çünkü bazı medeniyetlerin bugün bizim dahi sahip olmadığımız tekniklere veya yapılara sahip olması bunu bana zaman zaman düşündürüyor. Acaba onlar yine bizi ziyaret edip bize yardım edemez mi?! diye kendi kendime sorarken iyice uçtuğumu anlıyorum ve kendimi toplayıp yeniden dikkatimi önümdeki raporlara veriyorum. Aztek, İnka, Maya, Mısır ve daha niceleri var önemli notlarda. Göbeklitepe de bana hep ilginç gelmiştir. Anadoludaki ilk medeniyet izleri ve bunların bir kısmına anlam vermekte hala zorlanıyoruz. Sanki o eski medeniyetlerin bizden özenle sakladıkları bir sır var. Bence saklanmasının tek nedeni olabilir, kötü niyetli insanların eline geçmemesi önlemi. Haklılar da! Keşke filmlerde gördüğümüz gibi bu sırlar her nesil bir emanetçiye teslim edilseydi de bize kadar ulaşsaydı. Hala düşünüp de içinden çıkamadığımız konular var! Ve kişi kafaya taktı mı sıyırmaması mümkün değil. İnsan şu an kendi bildikleri ile güzelim dünyayı bu hale getirdiyse, saklı bilgilere sahip olsa neler yapmaz?! Çok korkunç, belki dünya bugüne gelemezdi bile! Klasik tabire göre iyi ile kötünün savaşı dünya kurulduğundan beri var. Dikkat edin hep tam bitti dendiği anda biri veya birileri çıkıyor ki bunlar iyi tarafında olanlar ve birden yeni bir yaşam başlıyor. Belki şu an yaşadığımız da aynı durum! Bir şeyler olacak, bir şeyler bitecek ve yeni bir hayat yeşerecek dünyada. Daha önce aklımdan geçen gibi, her son yeni bir doğumun habercisi. Kafam allak bullak okumaya devam ediyorum. O eski medeniyetlerin nasıl yok olduğuna yoğunlaşıyorum ardından. En büyük etken sanırım doğa. Elverişli olmayan yaşam koşulları karşısında insan zaten ayakta kalamaz ki! Tıpkı şimdi yaşadığımız duruma benziyor. Yıkımlar, katliamlar, hırs, insanın neden olduğu öldürücü hastalıklar ve savaş. Gördüğüm kadarıyla dünyanın başına ne geldiyse insandan gelmiş. 

NEFRETİYA (Yetişkin.) Tamamlandı.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin