44.Bölüm: ᏪUğursuzᏪ

1.3K 95 16
                                    

𝚃𝚎𝚜𝚊𝚍ü𝚏, 𝚃𝚊𝚗𝚛ı𝚗ı𝚗 𝚐𝚒𝚣𝚕𝚒 𝚔𝚊𝚕𝚖𝚊 ş𝚎𝚔𝚕𝚒𝚍𝚒𝚛.
𝓐𝓵𝓫𝓮𝓻𝓽 𝓔𝓲𝓷𝓼𝓽𝓮𝓲𝓷.

Yıldırımın anlatımından

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Yıldırımın anlatımından...

Kendimden geçmiş bir halde benliğimi yine
Onda bulmuştum. Neden sürekli onu görebilmek için evinin önünden geçiyorum bilmiyorum. O gün gece kütüphanesinde benim kim olduğumu öğrenmişti. Ardına dahi bakmadan koşar adım uzaklaşmıştı benden. Satırlarında boğulduğu, kahvesini bile içmeyi unuttuğu kitabını dahi almadan uzaklaşmıştı. Gözlerinde gördüğüm şey, uzun zaman sonra gördüğü tanıdığın verdiği şaşkınlık değildi. Mutluluk hiç değildi.
Kocaman bir hayal kırıklığıydı.

Ona ne yaptığımı dahi bilmiyordum.
Şu sıralar bir sikim bilmiyordum zaten.
Tek bir şey biliyorum, O da hiçbir şey bilmediğim sanırım. Dengem alt üst olmuştu.
Geceleri uyuyamaz olmuştum.
Dudaklarımın arasında sıkıştırdığım sigaramdan bir duman daha çektim içime.
Kimseye derdimi anlatamıyordum.
Sezinin aklı şu sıralar bir karış havada.
Akçayla olmak onun ayaklarını yere bastırmıyordu. Ne diyebilirdim ki?
Aşk işte.
Berna desem Sezinden kalır bir yanı yoktu onun da. Aslına bakarsanız bir bakıma kardeşim için mutluydum. Çağlar çoğu şeyi şakaya vuran, aslında içinde kocaman bir kalp taşıyan bir çocuktu. Kazık kadar adam ne çocuğu amına koyayım.
Beni şaşırtan ise Aysundu. Zamanında deli olduğuna bile yemin ederdim ama şimdi onun bambaşka bir tarafına şahit oluyorum.

Beni anlıyordu....

Konuşmama bile gerek kalmamıştı aslında.
Gözlerimin içine bakmıştı uzun uzun.
Ve hemen ardından"Bir şeyleri arzuluyorsan,
ne bileyim tuttup avuçlarında hissetmek istiyorsan,bırakma peşini."demişti.

Çok saol Aysun. Sik gibi dikiliyorum sokakta.

Ama iyiki buradaydım. Küçük galaksim dizlerinin üzerine çökmüş, hışkırarak ağlıyordu. Onu öyle görünce kaşlarım çatılmıştı. Ağlayışı kalbimi dağlıyordu. Daha fazla duramadım. Kimseden izin alma gereği duymadan bahçenin demir kapısını itekleyip içeriye girdim. Yine beni fark etmemişti. Üzerinde fuşya renginde bir elbise vardı. Toprağa oturmuş, elindeki solmuş ve kupkuru olmuş çiçeğin saksısına bakarak ağlamaya devam ediyordu.

Bir kaç adımda aramızdaki mesafeyi kapatmıştım. Burnunu çeke çeke ağlamasına gerçekten dayanamıyordum."Gökçe?"
Dolu dolu olan gözlerini bana çevirdi.
"Onu da öldürdüm. Yapraklarını sevmiştim.
Dalgınlığıma gelmişti yemin ederim.
Yoksa asla dokunmaz, dokunup öldürmezdim onu." daha sesli ağlamaya başlamıştı.

Onun gibi dizlerimi toprağa gelecek şekilde oturdum. "Bi çiçek, neden bu kadar ağlıyorsun?" başını iki yana sallasada bir şey dememişti.

"Nerde o uğursuz!" evin kapısı açılmıştı.
Yaşlı bir kadın elindeki bastonuna tutunmuş bile şekilde bize bakıyordu.
"Hiçbir şeye dokunma demedim mi ben sana?! Dün aldığımız elmaları sen yıkadın değil mi?" diye sormuştu Gökçeye bakarak.

Onunla nasıl bu şekilde konuşuyordu?

"Hastalanma diye yıkadım Anneanne."
dedi ve bakışlarını yere indirdi.
"Dokunmayacaksın! Al bak-" dedi ve boşta kalan avcunu açmıştı. Avuçlarının içinde çürümüş bir elma duruyordu.
"Bak çürümüş! Bir günde çürüyecek hali yok! Sen dokunduğun her şeyi çürütüyorsun!"

"Yeter!" diyerek bağırdım. Yaşlı kadın benden böyle bir tepki beklemiyor olacak ki gerildi. Açıkcası bende büyüklerime ne terbiyesizlik, nede saygısızlık asla yapmam.
Ama bu kadın galaksim dediğim kıza ağıza alınmayacak laflar ediyordu.

"Ne yeter? Aklın varsa onun gibi uğursuzdan uzak durursun. Senin de öldürür bu!"

"Ölmek için can atan bir adamın gözlerinin içine bakıyorsun. Bu tarzda konuşmayı kendime yakıştırmasam da Göçeyle bu şekilde konuşamazsınız. Onun neyi olduğunuz bile umrumda değil. Kapınızı kapatıp içeriye geçin. Mağlum o uğursuz ya, havadan bile nem kapmayın!"kadın bana şaşkın şakın baktıktan sonra kapıyı örtmüştü.

Gökçe sesizce ağlamaya devam ederken koluna dokundum. "Kalk hadi gidelim."
Başını olmaz der gibi salladı.
"Gökçe diyorum."

Başını bana çevirdiğinde burun burunaydık.
Binbir baharı taşıyan kokusuyla gözlerimi kapatmak istemiştim. "Bende sana olmaz diyorum. O haklı, benden uzak durmak senin için en doğrusu."

"Bu yüzden mi benim kim olduğumu öğrendiğinde ardına dahi bakmadan kaçtın?" sesiz kalmıştı. Cevabım çok net almıştım. "Umrumda değil."

"Ne?"

"Beni duydun, umrumda değil. Yanımda olmanı istiyorum." elimi ona uzatmıştım. O ise elime tereddütle bakıyordu. Tut şu elimden de senin tüm acılarını kendime katayım. Tut şu elimden ki seni kendi galaksim olduğuna inandırayım, yeterki tut şu elimi.

Küçük parmaklarımı acuçlarımın içine sürttü. Gözlerim ne ara kapandı da onun dokunuşuyla mest olmuştum?
Bilmiyorum işte, uzatma.
Parmaklarını parmaklarımın arasına geçirmişti. Ahh şu hiss, ahh şu dokunduğunda uyuşan parmaklarımın hali ne olacaktı?
Cevabı biliyorsun.

Ayağa kalktığında yanlış anlamasından korkarak elbisesinin eteklerini sirkelemeye başladım. Bacaklarına parmaklarımın deymemesine özen gösteriyordum. Dediğim gibi beni yanlış anlamasını istemiyordum.
Sonra bakışlarını hissettim. Kıçıma mı bakıyor o? Dönüp arkama baktığımda toz içindeydi. Sanki O'da benimkini sirkeliyecek gibi gelmişti. Tamam absürt olurdu anladık. Kız neden götümü sirkelesin amına koyayım!

Kendi kendime çalıp dinliyorum..

Küçük ellerinin ellerimde olmasının huzuruyla onu evin bahçesinden çıkardım.
Başını önüne eğmiş, saçlarıyla yüzünü kapatmıştı. Nasıl daha iyi olmasını sağlayabilirim, yada onu ne mutlu ederdi ki?
Kolumdaki neredeyse aynı olan siyah bilekliklerden birini çıkarmak için Gökçen'in elini bıraktım. Anında başını kaldırıp bana bakmıştı. Artık ağlamıyordu, bu iyiydi.

Bilekliklerden birini çıkarıp onun küçük elinden geçirdim. Rahat iplerini bağlamak için durmuştum. Benimle birlikte Gökçe de durmuştu. Ahh ne harika bir çiftiz ama.

Ne çifti? Kendine gel lan!

Bok gelirim.

Kendi kendime konuşur oldum.
Bu kız benim dengemle oynuyordu.
İki bilekliğinde ortasında bir çift el, avuçlarını açmış ve binbir kuşu serbest bırakırmış gibi bir sembol taşıyordu.
İpleri bağlarken önüne düşen saçlarını fark etmiştim. Bu anı asla kaçırmak istemiyen benliğimle burnumu saçlarına gömüştüm.
Hissetmişti, bunu anlamıştım. Ama ses etmemişti onun saçlarını koklamama.
Misler gibi kokuyordu. Öyleki sendelemiştim.
Başını kaldırmıştı. Bileğindeki ellerim durmuş, gözlerim gözlerine kitlenmiştim.
Hayatımda gördüğüm en güzel kahvelikler bana bakıyordu. Küçücük çekik gözleriyle, gözlerimdeydi işte. Sonra gülümsedi.
Gözleri gülümsemesiyle birlikle daha da kısılmıştı. Gözlerime bakmayı sürdürerek
"Bu semboller ne anlama geliyor?"diye sormuştu.

"Hııı?"
Kızarmıştı. Anlamıştı ona dalıp gittiğimi.
Gülümseyişi mahçuplaşmıştı.
"Semboller?"dedi tekrar gür kirpiklerini mâsumca kırpıştırırken.

"Umudun simgesi ikiside."dedim ve gözlerine bakarak sözlerime devam ettim.

"Tıpkı bir anda hayatıma girip,bana ışık tutarak umudum olduğun gibi."

/Bölüm sonu/

Kusura bakmayın. Çalışıyorum bu yüzden bölüm yazamadım. Öpüldünüz.
Haa buraya kadar geldiyseniz bölümü oylayın be bacım. 😻😍😊🌹

Oksijen Hırsızı/Yarı Texting/+18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin