Mahinev.
İsminde ev kelimesi olan ama evi dahi olmayan o kızım ben.
Siyah önlüğün içinden not defteri ile kalemi çıkarıp masa dörde ilerledim. Bakışlarım temiz sayfadaydı, zorunda kalmadıkça müşterilerle göz göze gelmemeye çalışıyordum.
"Merhaba, hoşgeldiniz. Siparişinizi alabilir miyim?"
Birkaç saniye geçti. "Ne tavsiye edersin?" dedi boğuk bir adam sesi, "Menüye baktım ama ilgimi çeken bir şey olmadı."
Gri saçları beyazlaşmaya yüz tutmuş ama bir yandan da dinç dinamik görünen bir adamdı konuşan. Siyah bir takım elbise giymişti, serçe parmağında alengirli bir yüzük vardı. Yanı başındaki sandalyeye yasladığı siyah bastonu, özel tasarım gibiydi. İşlemeli bir başlığı vardı, gümüş renginde parlıyordu.
"Frambuazlı pastamız var." dedim kibarca. Buranın ilk kuralıydı bu, müşteri her zaman haklıdır.
"Yanına çay getirebilirim ya da isterseniz alkolsüz kokteyl." Kalemi sabırsızlıkla salladım. "Uygun olur mu?"
"Evet." Adam eliyle masaya hafifçe vurdu, yine de gözden kaçmayacak bir hareketti bu. "Frambuazlı pasta ve çay istiyorum."
Hızlıca not edip gülümsedim. "Hemen geliyor."
Paravanın ardına geçip siparişin yazılı olduğu kağıdı tezgâhın üzerindeki panoya astım. Çalışanlardan biri hızlıca bir tabak çıkardığında bir dilim mor renkli pastayı spatulayla tepsiden çıkardı. Dört numaralı masa buradan görünüyordu ve müşterinin bu tarafa doğru belli belirsiz baktığını da fark etmiştim. Deli mi ne? O kadar alakasız insan tipleri uğruyordu ki buraya temkinli olmakta fayda vardı. Kafenin sahibi Celal Bey pek ılımlı bir politika izlemiyordu çalışanlara karşı. Mümkünse onunla papaz olmamayı tercih ederdim.
"Frambuazlı pasta ve çay." Bir zil sesi yankılandı. "Hazır!"
Geriye dönüp tezgaha bırakılan tepsiyi kavradım. Çayın buharı tütüyordu ve pastanın mor renkli orman meyveleri iştah kabartıcıydı. Ne yazık ki yiyemezdim, bir günlük paramı buna harcayamazdım. Daha sonra, diye erteledim telkinle. Daha sonra, yeni bir iş bulup çok para kazanmaya başladığımda. O zaman yiyecektim işte tüm frambuazlı pastaları. Kendime ait bir evim olduğunda, bir sığıntı olmaktan kurtulduğumda.
Önce pastayı ardından çayı masaya bırakıp doğruldum. Adamın maviş gözleri vardı, cam gibi. "Başka bir isteğiniz var mı?"
Yaşlı adam çayına dört şeker atıp sakince karıştırırken, "Bana eşlik etmeni istesem çok mu ileri giderim?" dedi bir anda. Söylediklerini yanlış anladığımı görünce de hızlıca düzeltti kendini. "Kötü bir niyetim yok kızım. Bugün benim doğum günüm ve yalnızım. Oğullarımdan hiçbiri bugünü hatırlamadı."
Duygudaşlıkla ona baktım çünkü benim de doğum günlerimi hatırlayan olmazdı. Oturmamda bir sakınca yoktu, hem ayaklarım da yürümekten şişmişti. Ama patronumun tersine denk gelmek istemiyordum.
"Bilmiyorum, patronum kızabilir.."
"Ben onunla konuşurum." dedi yaşlı adam. Sesi delikanlıları çağrıştırıyordu. "Lütfen."
Tepsiyi kucağıma alarak karşısındaki sandalyeye oturdum. Çayındaki dört şeker eriyene kadar konuşmadı. Beyamca sen bu gidişle çok yaşamazsın valla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVERA
ChickLitMahinev, yalnızlıkla arkadaş bir kızdı. Doğduğunda yalnızdı, acı çekerken yalnızdı, büyürken yalnızdı. Böyle öleceğini düşünüyordu ta ki bir ailesi olduğunu öğrenene kadar. Aynı şehrin içinde, kendisinden kilometrelerce uzakta; annesi, babası, abile...