"Vay canına kuzen..." Ozan sinir bozucu bir şekilde güldü. "Dersleri benden daha kötü olan biriyle tanışacağımı hiç düşünmemiştim."Mor renkli defterimin kapağını gürültüyle kapattım. "Tamam, benden bu kadar! Daha fazla seninle çalışmayacağım!"
Ozan kahkahalar atıp bana yaranmaya, gönlümü almaya çalışsa da ona yüz vermedim. Sürekli aynı şeyi yapıyordu. Hafızam ezber yapmak için kuvvetli değilse ne olmuş yani? Zaten daha iyi öğrenebilmek için saatlerdir oturduğum yerden kalkmadan çalışıyordum. Ama emeklerimin Ozan için hiçbir önemi yoktu, hayır. O sadece dalga geçiyor, masadaki kurabiyeleri domino taşları gibi diziyor ve sıkıldığını söylüyordu.
"Mahinev..." dedi ismimi uzatarak. "Rica ediyorum yüzünü asma, bak Egemen abi camdan izliyor bizi, yemin ederim elindeki temizlik sopasını mızrak gibi fırlatacak bana!"
Omuzlarımı silktim. "Fırlatsın."
İncinmiş gibi elini göğsüne koydu. "Hain kuzen! Gençliğimin baharında götümde vileda sopası ile mi gezeyim ha, hiç acıman yok mu?!"
Onu kendi haline bırakıp başımı kollarıma yasladım. Ozan'la ders çalışmak için bahçeye çıkmıştık çünkü hava çok güzeldi. Ayrıca olanlardan sonra Ulaş'ın köpeklerini ufak boyuttaki bir eve benzeyen kulübeye götürdüğünü görmüştüm. Ben alışana kadar orada kalacaklarını söylemişti Egemen. Yani yanıma fazla yaklaşamayacaklarmış. Buna çok inanasım gelmese de Ozan'ın bana anlattıkları yüzünden biraz durulmuştum. Beni kaçıran insanların evin etrafında dolaştıkları düşüncesi yüzünden gözüme uyku girmemişti ama gidip de derdimi kimseye anlatamıyordum.
Bahçenin sessiz sakin görüntüsünü bir süre izledim. Böyle iyiydi. Şu an kendimi iyi hissediyordum. Güneş tam tepede parlıyor, çok hoş bir rüzgar esiyordu. Bana laf atan kimse yoktu, kötü kötü bakan kimse yoktu, nefretini üzerime kusan kimse yoktu...bunun en azından bir süre daha böyle devam etmesini isterdim ama Türel ailesinin en küçük numarası, Ozan'la birlikte oturduğumuz masaya geldiğinde başımı kaldırıp doğruldum.
Atlas kollarındaki içecek kutularını yavaşça masaya bırakıp benim hemen yanımdaki sandalyeye oturdu. Soğuk içeceğini açmasını izlerken bu sefer ben ona dik dik baktım. Benim kadar sabırlı değildi, çabucak kıpırdanıp bana baktı.
"İstiyorsan başka yere geçebilirim."
Evet, istiyorum! Gözüm seni görmesin, defol! Dişlerimi sıktım, dilimin ucuna gelenleri söylememek için insanüstü bir çaba sarf ettim. "Sorun değil." Uzanıp rastgele bir içeceği aldım. Onu ifadesiz bir şekilde cevapladıktan sonra havalı bir şekilde içeceğimi içmeyi düşünmüştüm ama ağzıma yayılan ekşi hissiyat ile kutu içeceği pat diye masaya bıraktım. Kahrolası içecek limonluydu, limondan nefret ediyordum.
Atlas'ın bakışları üzerimde dolaştı. "Beğenmedin mi?" Ayaklandı. "Başka bir tane getireyim mi?"
Kolunu tutarak onu engelledim. "Gerek yok, istemiyorum."
Yeniden sandalyesine oturdu. Olanlardan haberi vardı sanırım. Yani beni kaçıran adamların evin etrafında dolaştığını biliyor olmalıydı yoksa neden bana iyi davransındı ki? Evet, öyle olmak zorundaydı. Ve bunu bilmek beni üzüyordu. Profilini yandan bakışlarla izlemekten kendimi alıkoyamadım. Açık kumral saçları, renkli gözleri ve biçimli suratıyla gerçekten de çok güzel bir çocuktu. Saçları çok uzamıştı ama, gözünün önüne gelen tutamları üfleyerek geriye atıyordu sürekli. Onu böyle görünce canım istemsizce sıkıldı. Ne olurdu yani başından beri böyle olsaydı? Kalbimi kırmak zorunda mıydın küçük canavar?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVERA
ChickLitMahinev, yalnızlıkla arkadaş bir kızdı. Doğduğunda yalnızdı, acı çekerken yalnızdı, büyürken yalnızdı. Böyle öleceğini düşünüyordu ta ki bir ailesi olduğunu öğrenene kadar. Aynı şehrin içinde, kendisinden kilometrelerce uzakta; annesi, babası, abile...