"Yok, ben gelmeyeyim Mahinev. Şimdi ortamınızı falan bozarım..."Aras'ın kolunu çekiştirmeye devam ettim. "Lütfen öyle söyleme. Tanışınca eminim çok seveceksin. Balçiçek de Behlül de çok cana yakındır."
Aras inanmadığını belirtircesine omuz silkti. "Görmüştüm onları zaten. Çok kaotik tipler."
Doğru, birlikte müdür yardımcısının odasına giderken onları görmüştü hatta ben Pamir'le birlikte ayrıldıktan sonra onlarla kalmaya devam etmişti. Behlül ve Balçiçek'in bir arada kaotik olduğu sugötürmez bir gerçekti ama sıkışık ders programım yüzünden eğer arkadaş edinmek istiyorsam bunu grup halinde yapmam gerekecekti. Ders molaları ve öğle arası dışında tek boş vaktim jimnastik dersleriydi ve bundan yararlanarak Balçiçek ile sohbet etmeye çalışsam da eninde sonunda kendimi hep Pamir'in yanında buluyordum. Ya hareketleri tekrardan gözden geçiriyorduk ya da gerginlikle saçmalarken beni dinliyordu. Behlül ve Balçiçek ile okuldan sonra buluşma planlarım da çöp olmuştu çünkü eve bir dakika geç gidersem Toprak kıyameti koparıyordu. Otobüsün gecikmesi ya da ders sonunda hocalarla konuşmamı önemsemiyordu. Bir çeşit bekçi kesilmişti başıma. Bu yüzden arkadaş olduğum ya da arkadaşlığımı ilerletmek istediğim herkesi, öğle arasında bir araya toplamak zorundaydım. Ortak dersimizden sonra Aras'ın koluna bu yüzden yapışmıştım. Behlül ve Balçiçek ile tanışmasını istiyordum. Asabi Balçiçek, her şeyi şakaya çeviren Behlül ve benim çekingen karakterime ek olarak Aras'ın endişeli tavırları ne kadar sağlıklı bir iletişim ortamı oluştururdu emin değildim ama çekinmenin zamanı değildi.
"Onları seveceksin." diye güvence verdim. "Bazen çok şey olabiliyorlar ama..." Kafetaryanın içinde bakışlarımı dolaştırdım. Behlül'ün cam kenarındaki bir masadan bana el sağladığını görünce de gülümsedim. "Bak, oradalar." dedim cam kenarını işaret ederek. "Önce yemeklerimizi alalım."
Aras en sonunda kabullenmişlikle başını salladı. Kalın çerçeveli gözlükleri, kareli gömleği ve bembeyaz ayakkabılarıyla düzen içinde görünüyordu. Onun yanında ben, tam bir faciaydım. Dizlerime kadar inen kot eteğim, bir türlü yakasını düzeltemediğim pembe tişörtüm ve onlarca tokaya rağmen hâlâ karışık duran saçlarımla yürüyen bir kaos timsaliydim. Bu yüzden yemekleri almak için sırada beklerken tişörtümü on bininci defa çekiştirip düzeltmeye çalıştım. Hayır yani, öyle kalitesiz bir parça da değildi, Didem Hanım'ın buna saydığı paraları kendi gözlerimle görmüştüm ama o kadar rahatsız hissettiriyordu ki içinde, yırtıp atmama çok az kalmıştı.
"Onların hepsini yersen bayılırsın." dedi Aras. Tepsime doldurduğum tatlılara bakıyordu. "Azıcık sebze de al." Kendi tabağındaki yeşillik yığınını gösterdi. "Hem kafanı çalıştırır hem de gerginliğini alır."
İstemsizce aklıma Egemen'in geçen akşam yemeğinde söyledikleri geldi. Didem Hanım olmadığı için yemek pişirme işini sırayla herkes yapıyordu ve Ulaş'ın hazırladığı karışık sebze yemeğini gördüğünde ben ot yemem, kaslarımın proteine ihtiyacı var adlı bir bağırış çağırış gerçekleştirmişti Egemen. Ona hayrandım. Kırılan tabaklar, suratına yediği birkaç yumruk ve Ulaş'ın sinirli ifadesine rağmen en sonunda zafer onun olmuştu. Eve pizza söylemiştik. Pizzanın proteini yüksek mi diye sormaya çalıştığımda da beni susturmuş, Ulaş'ın dolapta ne varsa bulup içine karıştırdığı bulamaçı yemek zorunda olmadığım için şükretmem gerektiğini söylemişti.
Gülümsememi bozmadan başımı iki yana salladım. "Hepsini ben yemeyeceğim ki..." Tatlıları işaret ettim. "Behlül bunu hiç sormadan alıp yiyecek, Balçiçek sessizce çikolatalı olanı süzdüğü için ona bunu vereceğim, şu meyveli olanı da yine Behlül yer sanırım..." Sırıttım. "İşte bak, bana yalnızca bir tane kaldı, gördün mü?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVERA
ChickLitMahinev, yalnızlıkla arkadaş bir kızdı. Doğduğunda yalnızdı, acı çekerken yalnızdı, büyürken yalnızdı. Böyle öleceğini düşünüyordu ta ki bir ailesi olduğunu öğrenene kadar. Aynı şehrin içinde, kendisinden kilometrelerce uzakta; annesi, babası, abile...