defnelunatekboynuzat ithaf edilmiştir.
"Trigonometrik fonksiyonların grafikleri..."
Aman Tanrım. Ölüm böyle bir şey olmalı. Bu adam neden bahsediyor böyle?!
Zeki değildim, görünüşe göre akıllı da. Elimde arkasını kemirdiğim kurşun kalem, durmaksızın tahtadakileri yazıyordum ve görünüşe göre not alan yalnızca bendim. Dersi dinleyen çoğunluk rahatça konuya dahil olabiliyordu, dinlemeyen azınlık ise kendi aralarında alçak sesle konuşuyordu. Yan sıradaki iki kız ders başından beri fısıldaşıyordu, cam kenarındaki sarı saçlı bir oğlan kağıttan uçak yapıp pencereden dışarı fırlatıyordu ve sınıfta en göze çarpmayan yer olduğu için yanına iliştiğim çocuk ise kesintisiz bir uyku içindeydi. Dersler başladığından beri bir kez olsun kafasını kaldırmamıştı ve gri kapüşonlusundan dışarıya fırlayan saçlarını görebiliyordum yalnızca.
Matematikten hiçbir şey anlamıyorum.
Bu hissi unutmuştum. Henüz okula ara vermediğim dönemlerde, hem okulu hem de işi aynı anda götürmeye çalıştığım için derslere tam anlamıyla katılamıyordum. Bu yüzden sınavlardan çoğunlukla kötü alırdım ama gerçeklerle bu şekilde yüzleşmek...herkesle aramda bu kadar çok fark mı vardı yani? Tamam, dersin adı İleri Matematik'ti bir kere ama yine de bir şeyler anlamalıydım değil mi? X'i oraya atınca nasıl pi cinsinden yazabiliyorduk? Kaç tane değişken vardı? Gerçekten de bunları anlamamı mı bekliyorlar? Bir de bunlardan sınav mı olacağım?!
Zil çaldığında ve dersin hocası bir sonraki ders için çalışılacak otuz sayfa konu verdiğinde, herkesin ayaklanmasını uyuşuk bir beyinle izledim. Öğle arası olmuştu sanırım. Kafeteryaya gitmek güzel olurdu, tabii birine soramayacak kadar içe dönük olmasaydım. Ya da bu kadar kötü bir yön duygum olmasaydı. Sabah sınıfı bulana kadar dersin on beş dakikası çöp olmuştu çünkü Atlas veledi zahmet edip yardımcı olmamıştı. Oysa Didem Hanım'a tatlılıkla gülümsemiş ve bana okulu gezdireceğini söylemişti. Yalancı velet.
Dersin hocasından aldığım kitapları, mor kapaklı defteri ve kurşun kalemi yeşil sırt çantasına attım. Gerginlikten tüm saçlarım elektriklenmiş olmalıydı ama umrumda değildi. Özenerek giydiğim yeni kot pantolonum ve krem renkli kazağımla bile okulun stil seviyesine bir nebze olsun yaklaşamadığımı fark etmiştim, bu yüzden...iyi yanından bak Mahinev. Kıyafetlerin temiz ve yeni. Bu kadarı yeterli.
Kalkmadan önce çocuğa bir kez daha baktım. Uyandırsa mıydım acaba? Sonuçta öğle arasını kaçırırsa aç kalacaktı. Ama onu uyandırdığım için bana kızma ihtimali de vardı, bu yüzden olduğu gibi bıraktım. Koridor boyunca ilerleyen öğrenci selini takip ederken yabancı bakışlarla karşılaşmamak için ayakkabılarımı izledim. Kafeterya bir üst kattaydı, tabldotlarla yemek dağıtılan bir sıra vardı ve cam paravanların ardından seçtikleri yemekleri söyleyenlerin sesleri inanılmaz bir uğultu oluşturuyordu.
"İlerleyecek misin yoksa yolun ortasında durmaya devam mı edeceksin?"
Nefesimi tuttum ve irkilerek yana çekildim. "P-pardon.." diye geveledim ağzımda. Yolu tıkadığımdan bihaberdim, göze çarpmamak için o kadar da uğraşmıştım oysa.
Çocuğun arkasından ilerledim, felaket derecede uzun boyluydu, elini kolunu sallasa bana manyak bir darbe çakabilirdi. Yeterli mesafeyi bırakarak onu izledim. Cebinden bir kart çıkardı ve yemekleri dağıtan kadınlardan birinin uzattığı alete okuttu. Ah, bu da ne şimdi böyle?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVERA
ChickLitMahinev, yalnızlıkla arkadaş bir kızdı. Doğduğunda yalnızdı, acı çekerken yalnızdı, büyürken yalnızdı. Böyle öleceğini düşünüyordu ta ki bir ailesi olduğunu öğrenene kadar. Aynı şehrin içinde, kendisinden kilometrelerce uzakta; annesi, babası, abile...