Türel ailesi ile yaşamaya başlayalı bir ay oldu.
Bu bir aylık sürede Behlül'le arkadaşlığımı ilerlettim, Balçiçek ile amigo gösterisi için birlikte çalışmaya başladık ve ortak derslerde Aras'ın yanına oturmaya başladım.
Okula bir yıl ara vermiş olmama rağmen derslerde o kadar da geride kalmadığımı fark etmek benim için güzel bir sürpriz olmuştu. Tamam, yine çok çalışmam gerekiyordu ama anlatılanları anlıyordum ve İleri seviye olmayan dersler için ödevleri kolaylıkla bitirebiliyordum. İleri Matematik hâlâ korkunçtu, Fizik 2'den hiçbir şey anlamıyordum ve Cebir dersi bazen kabuslarıma giriyordu. Yine de bunlar dışında her şey iyiydi. Sidar Bey ve Didem Hanım'a olan borcumu iyi notlarla ödemek istiyordum. Okul büyük bir nimetti benim için. Ve Behlül her ne kadar inek tayfasına doğru kaydığımı söylese de ders çalışmayı seviyordum. Yani bazen. Çözülmeyen sorular yüzünden tıkanmadığım zamanlar. Ve bu çok sık oluyordu, şimdi de olduğu gibi.
Yeşil yıldızlı kurşun kalemi yanağıma bastırıp bekledim. Tam olarak on beş dakikadır aynı soruyla uğraşıyordum ve avazım çıktığı kadar bağırmama çok az kalmıştı. Birilerine sorup cevabı öğrenmek istiyordum ama kime soracaktım ki? Atlas'a mı? Aman kalsın, ona sarıldığım günden beri iyice tuhaflaştı. Toprak'a mı? Kitabı yüzüme fırlatır büyük ihtimalle. Ulaş'a mı? Beni öldürür de cevabı söylemez.
Bakışlarımı beyaz kapılı dolaba çevirdim. Bir kapısı boydan boya ayna olduğu için yansımamı rahatlıkla görebiliyordum. Gri renkli bir eşofman altıyla mor renkli, düz bir tişört giymiştim. Saçlarımı zaptedebilmek için çekmece bulduğum tüm tokaları kullanmıştım ve kötü görünümlü bir topuz, başımın hemen üstünde yükseliyordu.
Pamir'le konuştuktan sonra, aynaya ne zaman baksam kendimi tuhaf hissediyordum. Su yeşiline kayan mavi gözlerim, koyu renkli saçlarım ve altmış kiloluk bir vücudum vardı. Pamir'in beni güzel bulmasının sebebi bunlar mıydı? Sevdiği kız tipi böyle miydi yani? Aman, bana ne onun tipinden! Kaşlarımı çattım ve kalemi bıraktım. Tehlikeli şeyler düşünmemek için ayaklandığımda kitabı kolumun altına sıkıştırdım. Sidar Bey'in evde olduğunu biliyordum, öğleden sonra erken gelmiş ve çalışma odasına çekilmişti. Saatlerdir odada durmama rağmen kimse yaşayıp yaşamadığımı merak etmediği için Sidar Bey'in yanına gitmeden önce mutfağa uğradım. Türel ailesinin devasa genişlikteki mutfağı her zamanki gibi göz dolduruyordu. Kitabımı mermer tezgaha bıraktım buzdolabını açarken. Didem Hanım'ın öğlen hazırladığı yemek rafta duruyordu, onu çıkardım; bir de Sidar Bey'e götürmek için bir kutu kola.
Buzdolabını kapattım, kolayla birlikte döndüm ve bana bakan renkli gözlerle birlikte hafifçe bağırdım. "Aman Tanrım!" Elimi göğsüme koydum ve boş bulanarak "Ödümü kopardın Egemen." diye söylendim.
Egemen'in huyuydu bu, nereye giderse gitsin asla ses çıkarmıyordu. Evin içinde onu aniden görünce çoğu kez afallayıp kalıyordum, kedi gibi bir çocuktu.
Kumral rengi saçlarının bir yana dökülmesine sebep olacak şekilde başını eğdi. "Amma korkak kızsın sen de."
Yemek tepsisinin üstündeki folyoyu sıyırdım. "Evin içinde dolaşırken ses çıkar." dedim mırıldanarak.
Gözlerini devirdi. "Oldu. Başka isteğin?"
Dolaptan bir tabak çıkarıp tavuk yemeğinden biraz doldurdum. "Hayır, başka bir şey yok." dedim çok alçak sesle. Kendi sesimi zor duymuştum ama Egemen beni işittiğini belli eder şekilde güldü. Dönüp ona baktım, başını iki yana sallıyordu. Tuhaf çocuk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVERA
ChickLitMahinev, yalnızlıkla arkadaş bir kızdı. Doğduğunda yalnızdı, acı çekerken yalnızdı, büyürken yalnızdı. Böyle öleceğini düşünüyordu ta ki bir ailesi olduğunu öğrenene kadar. Aynı şehrin içinde, kendisinden kilometrelerce uzakta; annesi, babası, abile...