31 Ekim 1352
Callie, gözlerini araladığında omzundan dürtmekte olan ablası Blair'i görmeyi beklemiyordu. Blair en büyükleriydi ve yalnızca iki hafta önce evlenmişti. Annelerine en çok benzeyendi. Tıpkı onun gibi güzelliği dillere destandı ve tabii en sonunda yıllardır peşinden koşturan O'Doneil beyinin oğlu ile evlenmeyi kabul etmişti. Şimdi ise her sabah yaptığı gibi karşısında dikilip onu uyandırdığını görmek genç kıza verilebilecek en güzel doğum günü hediyelerinden biri olabilirdi.
"Blair!" dedi doğrulup ablasına sarılırken. "Gelmişsin."
"Evli olmam annemin maskeli balosunu kaçıracağım anlamına gelmiyor değil mi?"
"Evet... Kimse kaçırmayacak gibi..." Callie bıkkın bir iç geçirdi. "Bu baloya katlanıyor olmamın tek sebebi tüm ailenin bir arada olacak olması ve buna Connor ile Fiona da dahil."
Blair'in gözünden muzur bir parıltı geçerken "O ikisini bir daha yan yana görmem sanıyordum." diye şakıdı.
"Görünen o ki Giolla Dubghail laneti hala devam ediyor..." Callie omuz silkti. Dayısı Liamh'ın korkunç derecede yakışıklı bir o kadar çapkın oğlu, Leydi Odeth ve Lord Owen'in biricik kızları Fionaya göz koymuştu lakin Fiona kendisini reddettiğinden bu yana onu ortalarda görmemişlerdi. Connor ağabeyiyle birlikte aniden fransada eğitim almaya karar vermiş ve klanı yakın zamanda devralmaktan vazgeçip gitmişti. Bu olay olalı yaklaşık iki sene oluyordu ve Connor geçtiğimiz hafta kaleye geri dönmüştü. Dün ise şaşırtıcı bir şekilde onun doğum günü balosuna katılmak üzere ailesi ile birlikte gelmişti. Callie Fiona'nın yaklaşık dört gündür diğer ablası Maeve'i her bulduğu köşede sıkıştırıp elbise arayışına girmesinden heyecanını fark etmiş dün akşam yemeğinde ikilinin birbirlerine bakışı ise bu konulardan hala pek anlamayan babasının bile dikkatini çekmişti.
Blair kıkırdadı. "Peki ya Noah? Connor ile dönmemişmi?"
"Hayır. Connorun dediğine göre ağabeyim pek yakında eve fransız bir gelin ile dönecekmiş." Blair yataktan kalkıp eliyle ağzını kapattı. "Babam ne dedi?"
"Umursamadı." Callie güldü. "Yeterince dedikodu öğrendiğine göre artık uyuyabilir miyim Blair?"
"Peki ya sen? Glenn?"
Callie yorganı üzerine çekti. "Hayır Blair. Glenn iyi bir adam mükemmel bir savaşçı lakin biz arkadaşız ve o Lizzie'nin ağabeyi. Asla... Aklından bile geçirme..."
"Adam sana apaçık aşık Callie. Üstelik çok tatlı." Blair yorganı açıp kardeşini yataktan çekti. "Ayrıca Fergusonun en kıymetli komutanı ve genç yaşına rağmen babamın sağ kolu."
Genç kız omuz silkti. Ne yazık ki Glenn'in duygularının farkındaydı lakin ona karşılık verme isteğini kalbinde bulamıyordu. Ablasının delici bakışlarını cevapsız bırakarak yanından süzüldü ve dolabına yöneldi. O yalnızca yirmi yaşındaydı ve evlenmek niyetinde değildi. Callie de Lizzy gibi bir mürebbiye olmak istiyordu. O başarmıştı. Leydi Rosalind gibi kararlı ve devrimci bir mürebbiye olmuştu ve bugün sınıfta ilk dersini verecekti.
Callie "Tanrım!" diye ciyakladı doğrulurken. Elbiseyi hızla üzerinden geçirip ablasına döndü. Bir an önce kahvaltıya inmeli ve ilk dersinde arkadaşının yanında olmalıydı.
---
Masa tam da beklediği gibi neşe doluydu. Babası Brian Ferguson, dayısı Liamh McAodha ,amcası William Ferguson ve Lord Owen masa başında oturuyor diğer uçta ise dayısının biricik karısı Leydi Arcana, annesi, amcasının karısı ve mürebbiyeleri Rosalind Ferguson, sohbet ediyordu. Gençler ise orta kısımda bir tarafta bayanlar karşılarında baylar olarak sıraya dizilmişlerdi. Connor'un ikizi Morigan iki ablası ve Fiona derin bir sohbet içerisindeydi Connor ise ablasının eşi O'Doneil lordu ile konuşuyor, diğer yandan gözleriyle tabağındakiler yerine adeta Fiona'yı yiyordu. Callie gülümseyerek karşısında oturan amcasının on yaşındaki oğluna göz kırptı. Leydi Rosalind, William Ferguson'u tam on yıl boyunca peşinde koşturmayı başarmış sonunda evlenmişlerdi bundan dolayı da kendisiyle yaşıt bir kuzeni bulunmamaktaydı. Callie herkesin kendi halinde oluşundan fena halde sıkılmıştı ve masayı şenlendirmenin acil bir yolunu bulmak zorundaydı ve tabii ki bunun için yemi pek umursamaz ve nerede ne söyleyeceği belli olmayan sevgili Leydi Arcana'ya atmak zorundaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜNAH KEÇİSİ
Historical FictionIan Sinclairin duyguları uzun zaman önce yanıp kül olan kalesi ile birlikte yerle yeksan olmuş, kalbi biricik sevgilisini toprağa verirken aklını yitiren annesinin çığlıklarıyla gömülmüş, hissiz bir adamdı. Bildiği, sevdiği ne varsa tek başına hayat...