28 Kasım 1352
Ferguson Kalesi
Connor pianonun başında oturmuş kızların sohbetlerini dinlemekteydi. İki gün önce telaş yığınının arasına Blair ve O'Doneil de katılmıştı. Genç adam O Doneil beyinden başka bir destek göremiyordu düşüncelerine. Ona kalırsa ordular toplanmalı ve Sinclair yakılıp yıkılmalıydı lakin Brian Ferguson ve babası oldukça sakin hareket ediyorlardı ve bu tutumları genç adamı çıldırtıyordu. Ah, Noah burada olsaydı... Bir saniye beklemez onunla birlikte giderdi ve ne pahısına olursa olsun Callie'i evine geri getirirdi. Günlerdir yumruklarını sıkmaktan avuç içleri berelenmişti Connor'un... Sabretmek çok ama çok zordu ve dahası ailesi bir düğün bekler gibiydi.
"Hala inanamıyorum" dedi Blair göz yaşı dökerek. "Callie, anlıyor musunuz... Bunu yapan Caledonia!"
"Sinclair beyi baloda onu fena etkilemiş olmalı." Maeve kaşlarını kaldırdı.
"Üzerinde konuşmayı kesin artık!" Morigan elini masaya vurdu. "Callie yapacağını yaptı ve kral bu olayı en az hasarla atlatabilmesi için düğün emri verdi. Callie evlenecek! Bunun için gitti."
"Morigan ağzından çıkanı kulağın duysun. Caledonia ne zaman evlilik hayalleri kurdu? Biz çay partilerine koşarken o oğlanlarla oturup öğrendiklerini ezberlemeye çalışıyordu." Fiona dudaklarını büzerek Connor'a baktı. Sinirden titriyormuş gibi bir hali vardı.
"Lakin aklım almıyor, bu kız nasıl ta Highlands'ın bir ucuna gitti. Üstelik kışın ortasında." Blair iç çekti. "Ya başına bir iş geldiyse?"
"Annem sana odasındaki mücevher kutusunu da alıp gittiğini söyledi mi? Üstelik ona ödünç verdiğim kolyem de onunla birlikte gitti!" Kızlar hep bir ağızdan "Maeve!" diye bağırdılar. Maeve ise omuz silkti. "Morigan'a katılıyorum. Callie tercihini yaptı. İstedi ve gitti! Çünkü Sinclair beyi ile izdivacına asla izin verilmeyecekti. Zamanında amcama ve dahi anneme yapılanları biliyorsunuz değil mi?"
"İyi de o olay hemen peşine aklandı üstelik o esnada Ian Sinclair en fazla yedi sekiz yaşlarında olmalıydı. Biz yoktuk bile..."
"Ah Callie kendisinden on üç yaş büyük bir adamın onu nasıl anlayacağını düşünebildi ki?" Blair elleriyle yüzünü kapattı.
Connor yanaklarındaki havayı üfleyerek yeni bir öfke nöbeti ile Brian Ferguson'un kale içindeki çalışma odasına doğru ilerledi. Biraz da oradaki nabzı ölçecekti. Kadınların yanına hiç çıkmıyordu çünkü Halasının perişan halini gördükçe öfkesi kat be kat artıyordu. Birkaç dakikalık yürüyüşün ardından kapıya vardı ve çalma nezaketi göstermeden içeri girdi. Tam bıraktığı vaziyette oturuyorlardı ve Connor dumandan içeri göremez vaziyetteydi. Babası Finn Amcanın piposunu çıkarmış ve bolca tüttürmüştü yine anlaşılan...
"Noah'a bir mektup göndermeli..." William kendi sözlerini başıyla onayladı.
"Çoktan gönderdim." Connor omuz silkti. "Öylece oturup adamın Fransada her şeyden habersiz kalışına mı şahitlik etseydim. Üstelik Callie'nin ortadan kaybolduğunun ertesi günü gönderdim. Noah bir haftaya burada olacaktır."
Liamh oğlunu başıyla onayladı. Noah'ın şimdilik burada olmayışı iki gencin birbirini gazlayarak başlarını derde sokmalarına engel oluyordu. Liamh, Connor'a baktığında gençliğini görüyordu ve oğlunun da onun düştüğü hatalara düşmesini istemiyordu. Gençlik ateşiyle pek çok yeri yakıp yıkmıştı ve sonrasında epey ceremesini de çekmişti yaptıklarının. Son olarak Brian'ın yaşadığı bunun en büyük örneği olmalıydı gençlerin gözleri önünde. Liamh susuyordu. İçi yangın yeriydi Lakin yeğeni giderken pek çok şeyi çözüme kavuşturarak gitmişti. Callie öylece bırakıp gidebilecek bir kız değildi ve Liamh düşüncelerini tam burada kesiyordu işte. Tıpkı William'ın ve Brian'ın yaptığı gibi. Çünkü hepsi biliyordu ki ağızlarından çıkacak tek bir kelime Callie'nin tüm hayatını yok edecek bir skandala dönüşecekti. Liamh bazı saatler yeğeninin gittiği yerde neler çektiğini düşünmeden edemiyordu ve "varsın dünya yıkılsın" diyordu içinden....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜNAH KEÇİSİ
Historical FictionIan Sinclairin duyguları uzun zaman önce yanıp kül olan kalesi ile birlikte yerle yeksan olmuş, kalbi biricik sevgilisini toprağa verirken aklını yitiren annesinin çığlıklarıyla gömülmüş, hissiz bir adamdı. Bildiği, sevdiği ne varsa tek başına hayat...