Callie gözünü kendisine dik dik bakmakta olan Anna'nın yuvarlak yüzüne araladı. Kız, kendisini oldukça ilginç bir şey görmüşçesine incelemekteydi. Bakışlarını yatakta ve etrafında gezdirip garip olanın ne olduğunu görmek istedi genç kız. Lakin her şey dün gece bıraktığı gibiydi. Etrafına bakınmaya devam ederek yatakta doğruldu ve aşağı indi.
"Leydim..." Anna hanımının ne diye odasında yattığına bir anlam verememişti. Fenix kadını yanına almamış olabilir miydi? Bu oldukça normaldi. Beyi tuhaf bir adamdı. Lakin eğer kadını yanına almadıysa ne diye şimdi kahvaltıya çağırıyordu?
"Evet Anna?" Callie kızın yatmakta olduğu yatağa baktığını gördüğünde derin bir nefes alarak gülümsedi. "Öyle bakma Anna. Gece çok geç saatte kaleye geldik ve dinlenmek için odalarımıza çekildik sadece..." Elbet yeni evli bir kadının neden kocasının yanında olmadığını sorgulayacaktı herkes. Genç kız daha fazla kaçmanın uygun olmayacağının farkına vardığında geceliğinin eteklerini ufaladı.
"Leydim, beyim sizi kahvaltı için odasında bekliyor." Anna kaşlarını kaldırarak Leydi Sinclair'e baktı. Lakin ne yaptığını fark ettiğinde derhal başını önüne eğdi.
Kaçamayacaktı ve bunu yaparsa şayet kale içinde tuhaf fısıldaşmaların başlayacağının farkındaydı genç kız. Yüzünü yıkadı ve üzerine sabahlığını geçirdi. "Pekala gidelim öyleyse..." dedi gülümseyerek.
"Leydim kıyafetleriniz."
"Gerek var mı onlara şimdi Anna?" Callie dudaklarını dişleyerek kanın yanaklarına hucum ettiğini gördüğü kızın yüzüne baktı. Kendisi de onun kadar kızarmıştı elbette. Lakin bu kadar çabadan sonra hakkında başka dedikoduların yayılmasına izin verecek değildi. Üstelik görmediği şey değildi adamın. Onu korkutan da buydu ya. Callie olması gerekenden daha rahattı Ian'ın yanında. Gerçekten utanmaz arsız bir kız olmuştu. Ardından toparladığı saçlarına elini atıp yokladıktan sonra odadan çıkmak üzere harekete geçti ve dönüp peşinden gelmekte olan kıza baktı.
"Katı boşaltın."
"Emredersiniz Leydim." Anna odadan kaçtı. Tanrım çok utanmıştı.
Callie ağzında tuttuğu havayı bir yanağından diğerine birkaç defa geçirdikten sonra kapıdan çıkacakken durdu ve üzerine baktı. Böyle olmazdı.Koridordan hızla uzaklaşan birkaç hizmetliyi gördüğünde içeri girip Anna'nın kendisi için getirdiği soluk pembe saten tek parça elbiseyi giymeye koyuldu. Ian'ın karşısına sürekli pasaklı ve harabe bir görüntüyle çıkıyordu. Callie ne giydiğini çok da önemsemiyor olsa bile derli toplu bir kızdı önceden. Önden korseli olan elbisenin bağlarını güzelce sıktı ve şifonyerin karşısına geçip saçlarını gül yağı döktüğü tarak ile bir güzel taradı. Daha öncesinde onları salık bıraktığında birkaç kişiden iltifat aldığından öylece bıraktı. Derli toplu ve hazır olduğunda ise ayakkabılarını giyip odadan çıktı.
Ian ziyadesiyle beklemişti. En son bir kadın için odasına kahvaltı hazırlattığında muhtemelen yirmilerinin başlarındaydı ve o da elbet üzerini giymemek için bir bahaneydi. Callie'nin yanında duran Annaya leydisinin sevdiği şeyleri hazırlamasını söylemiş ve odaya gele gele iki kase lapa gelmişti. Ian kaselerin yanında duran taze çiçeklerin oldukça saçma olduğunu düşünerek vazoyu şöminenin üzerine kaldırdı ve tabaklara yüzünü buruşturarak baktı. Eliyle hizaya koymaya çalışsada yapamıyordu ve nereden bakarsa baksın masada bir simetri oluşturamamıştı. Kaşıkların yamuk uçlarını düzeltip dönüp kum saatini inceledi. Eğer biraz daha geç kalırsa yapış yapış soğuk bir bulamaya dönüşecekti şu kaseler ve Ian muhtemelen kadının karşısında öğürtüsünü bastıramayacaktı. Neyseki o tanrının sabrını henüz onuncu kez dilemişken kapı çalındı ve ardından beklemeden açıldı. Ian içeri süzülen kadının zayıflamış bedeni üzerindeki pembe elbisenin ona yakıştığını düşünmüştü. Şaçları ise... Tanrım Ian böyle düz ve toplanmadan bırakıldığında o saçlara ölüyordu. Genç adam aynı duyguyu dağınıkken ya da örgülüyken de hissettiğini fark ettiğinde kendi kendine homurdanıp Caledonia'ya doğru yürüdü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜNAH KEÇİSİ
Historical FictionIan Sinclairin duyguları uzun zaman önce yanıp kül olan kalesi ile birlikte yerle yeksan olmuş, kalbi biricik sevgilisini toprağa verirken aklını yitiren annesinin çığlıklarıyla gömülmüş, hissiz bir adamdı. Bildiği, sevdiği ne varsa tek başına hayat...