"Hayır Fenix, Gelmedim ya da getirilmedim... Kaçtım!"
Genç adam dikkatini duyduğu sözler üzerinde yoğunlaştırırken "Ne yaptın?" diye tekrarlamaktan alamadı kendisini. Tanrı korusun ki öfkeleniyordu. Boyu kendisinden bir kafa kadar aşağıda kalan kadın çenesini yukarı kaldırmış, aniden parlayan gözlerini kısmıştı. Maskenin ardında gördüğü gibi açık bir meydan okumayla tam karşısında dikiliyordu lakin bunun için doğru zaman değildi. Beyni hızla olacakların muhakemesini yapmaya çalışırken Ian kadının kolunu sıkarak onu kendine doğru çekti.
"Kaçtım... Sana... Kaçtım..." Callie boğazında atan kalbini bastırmaya çalışmak istercesine yutkundu ardından dişlerini sıkarak adamın tuttuğu taraftan omuz silkti. Ian'ın bakışları neredeyse alev almış söylediklerini duymak onu gözbebeklerine kadar titretmişti. Callie kendisini en kötüsüne hazırlarken nefesini tuttu.
"Kaçtın demek seni lanet olası!" Ian kadının koparırcasına sıktığı kolunu sertçe bırakıp burnundan solurken avcunu ağzı ve çenesinde olmayan sakalları üzerinde sürttü. İşte bunu beklemiyordu!
Callie serbest kaldığında bir adım geri çekilmeyi tercih etti. Tanrı biliyor ya suratının orta yerine bir yumruk yiyeceğini düşünmüştü. Ian ona lanet yağdırdığında ise kaşları yeniden çatıldı.
"Ne bekliyordun ha? Susmamı mı? Küçük bir kız gibi gidip annemin dizlerine kapanmamı mı?" Genç kız sakinliğini yitirerek bağırırken öne atılıp adamı göğsünden ittirdi. "İstediğini sana vereceğimi mi sandın? Korkak, adi intikamının ailemi yıkıp dökmesine izin veririm mi sandın?" Callie adamı bir kez daha ittirecek oldu, bu kez de kollarından yakalandı. Lakin avazı çıktığı kadar bağırmasına engel değildi bu... "Seni bulamayacağımı mı sandın!"
Ian, kadının aklının iplerini koparmasına izin vermişti. Şimdiyi düşünmeyi bırakmış birkaç saat sonrası ise aklının ucundan dahi geçemez olmuştu. Kendisine doğru ikinci kez yaptığı atakta onu kollarından tutarak kaldırmaya cesaret ettiği ellerini zapt etti.
"ve sende kaçıp geldiğin yerde kabul göreceğini düşündün, bunun kurtuluşun olacağını, seni kapı dışarı atamayacağımı..." Ian sıktığı dişleri arasından konuşurken nefes alıp verişlerini düzenlemeye ve içinde deliler gibi atan kalbini dizginlemeye çalışıyordu.
Callie önce acıyan bileklerini kurtarmayı denedi başaramadığındaysa bir adım daha atarak aralarındaki mesafeyi sıfırladı. "Mektup gelesiye kendime saklayacaktım lakin söylemeden edemeyeceğim Sinclair..." Genç kız sesini iyice alçalttı. "Edinburg sarayı çoktan Ferguson leydisinin Fenix'e aşkı uğruna kaçtığı ile çalkalanıyor... Bir iki güne kralın mektubu seni bu konuda yeterince aydınlatacak lakin öncesinde gelerek intikamı yerle bir olan şu aptal yüz ifadesinin tadını çıkarabilmek ne muazzam bir hediye oldu bana." Callie kazandığı zafer ile tebessüm etti. "Şimdi bana ne istersen yap. Lakin şunu kafana iyice yerleştir... Hiçbir güç, hiçbir ordu beni bu kaleden çıkarmaya yetmeyecek!"
Genç adam kadının bileklerini tek elinde zapt ederek boşta kalan eliyle boğazını kavradı. hafifçe sıkması ise gözlerinin fal taşı gibi açılması için yeterli gelmişti. Yüzüne burunları birbirine değecek kadar yaklaşarak tıpkı onun yaptığı gibi kıstı sesini "Anın tadını çıkar minik Ca-le-do-nia. Çünkü seninle işim bittiğinde tabutunun çivilerini kendin çakıp, bana ölmek için yalvaracaksın!"
Callie nefes alamıyordu. Çırpınmaya çalıştı lakin başarılı olamadı. Aniden kapı çaldığında ise adamın onu bırakmasıyla dizleri üzerine düşerek öksürmeye ve ciğerlerini tekrar havayla doldurmaya çalıştı.
Ian şu anda sakinleşmeye ve düşünmeye ihtiyacı olduğunu biliyordu. Sıkışan göğsüne aldırış etmeden hızlı birkaç nefes alıp verdi ve kapıya yöneldi. Douglas muhtemelen kadının çığlıklarını duymuş olmalıydı. Onu gördüğünde bir adım geriledi.
"Şunu alıp siktiğimin zindanına kilitle! Hareket eden tüm uzuvlarını sıkıca bağladığına emin ol. Buna lanet ağzı da dahil!"
---
Ian güçlükle merdivenleri tırmanıp yatak odasına girdi ve camı açarak hava almaya çalıştı. Kalbi deliler gibi atıyor ve nefes alamıyordu. Öyle ki gırtlağından aldığı nefeslerinin sesi kulağını sağır edecek kadar yükselmeye, bir hayvan gibi hırlamaya başlamıştı. Uzun bir süredir böylesine şiddetli bir atak yaşamıyordu. Yangının ardından tetiklenen bir çeşit nefes problemi peyda olmuştu bedeninde ve ne yazık ki doktorlar bir çare bulamıyordu. Masasında bulunan okaliptüs macununun kavanozunu açarak ağzına tutup derin nefesler almaya devam etti. Ayakları onu taşıyamadığında ise olduğu yere çökmek zorunda kaldı. Yavaş ve sakin nefesler alıp vermeliydi.
Ian, taş zeminden destek alarak gözlerini kapattı ve kendi kendini bir şeyinin olmadığı hususunda teskin etmeye çalıştı. Kısa bir sürenin sonunda burnundan alıp ağzından verdiği nefesler düzene girmiş genç adam kan ter içinde doğrulup ayağa kalkmayı başarmıştı. Güçlükle yatağın yüksek kenarlıklarına tutunup kendini geriye atarken taş tavana bakarak derin derin solumaya devam etti. Bir yandan da Ewan'ın bir zamanlar yaptığı gibi eliyle yavaşça göğsüne vuruyordu. Sahi, en son onu toprağa verdiğinde yaşamıştı böylesini ve son bir senedir sakin kalabilmek için fazladan çaba sarf etmek zorunda kalmıştı.
Genç adam uzunca bir süre atağın ardından kendisini zapt eden şiddetli baş ağrısıyla mücadele etti. Sonunda yavaşça doğrulup boş gözlerle bir süre etrafa bakındı ve ardından masanın üzerinde duran suyu içebilmek için ayağa kalktı. Bardakta muhtemelen günlerdir duran, içine katılannalkolden kokusu berbatlaşan, tadı pas ve demire dönen suyu kafasına diktikten sonra ağzını koluna silerek yeniden açık pencereye doğru yürüdü. Şimdi sakince düşünmeli ve duyduğu her şeyi kafasında bir bir toparlamalıydı.
Şu bir gerçekti ki Ferguson kızı, dediği üzere tek başına gelmişti ve bu akıl almaz cesareti gösterirken birde saraya kaçtığını haber verdiği bir mektup yollamıştı. Kendisini ona söylediği tek bir kelimeden bulmuş olması ise... Ian başını iki yana sallayarak dilini şaklattı. İşte bunu kesinlikle beklemiyordu. Şaşkınlığını gizleyebilmek için ciddi çaba sarf etmesi gerekmişti. Kadın yaşından büyük işlere kalkışmıştı. Genç adam onun geçen üç haftayı ağlayıp sızlanmak yerine plan yaparak geçirdiğini düşününce dudaklarını birbirine bastırdı. Mektubun saraya gitmesi ve cevap bularak kendi kalesine gelmesi muhtemelen on günü geçerdi ve kadının bir iki güne burada olacak bir emir kağıdından bahsetmesi, topraklarından çıkmadan çok önce mektubu yolladığını gösteriyordu.
Ian, kendini tutamayıp öfkesini gülerek bastırmaya çalışırken "Bana kaçmak mı?" diye tekrarladı. Kadın resmen tüm Highlands'a kendisine aşık olduğunu ve yanına geldiğini ilan ederek dikkatleri üzerine toplamıştı. Üstelik içinde bulunduğu durumdan kurtulabilmek adına kralın evlilik emrini dahi göze almıştı. Genç adam olayların ortasındaki kişi kendisi olmasaydı şayet bu dahiyane plana şapka çıkarırdı. Kendi kendine kaş çatarken açık pencereden birkaç küfür savurdu. Mektubu yerine ulaştıysa -ki böylesine gözü kara bir delinin gidip krala bizzat teslim etmiş olmasını dahi beklerdi- muhtemelen olası bir iç karışıklığı önlemek üzere ödlek kralları acilen bir düğün yapılmasını emredecekti. Bunu kabul etmek Ian'ın yaptığı her şeyi boşa çıkaracak etmemek ise itibarını yerle bir edecek ve saray ile olan bağlantılarını koparacaktı. Genç adam itibarını bir kenara bırakmayı göze alırsa şayet, Brian Ferguson kızını almak için gelecekti ve küçük Caledonia'sı metres olmayı kabul ettiğinde adam yeterince yıkılırdı Lakin düello talebinde bulunması da bir ihtimaldi. Ian yaşlı heriflerle kolaylıkla baş edebilirdi lakin oğulları onu ne derece zorlardı bilemiyordu. Bu işin sonu ise ne yazık ki tek taraflı bir rezalet olmayacaktı. Üstelik tüm bunlar yok yere yaşanacaktı... Ian gözlerini kapatarak derin nefesler alıp vermeye devam etti. Şu bir gerçekti ki her ne olursa olsun elinin altındaki kızı öldürmekten beter edecekti...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜNAH KEÇİSİ
Historical FictionIan Sinclairin duyguları uzun zaman önce yanıp kül olan kalesi ile birlikte yerle yeksan olmuş, kalbi biricik sevgilisini toprağa verirken aklını yitiren annesinin çığlıklarıyla gömülmüş, hissiz bir adamdı. Bildiği, sevdiği ne varsa tek başına hayat...