Yemek esnasında kadın ve erkekler ayrı salonlardaydı. Leydiler, kraliçe ve prenses refakatinde Lordlar ise Kral Anderson ve oğlu eşliğinde yemeklerini yemekteydiler. Masadaki İngiliz soyluları ise gerginliği ayyuka çıkarmıştı. Şimdi Callie kendisine verilen odada balo zamanının gelmesini beklemekteydi ve bunun için kraliçenin kendisine yollamış olduğu parlak mavi, varaklı işlemeleri olan oldukça ağır ve bir o kadar da kabartılmış elbiseyi giymek zorunda kalmıştı. Kendini taşıyamaz vaziyetteydi genç kız birde bu elbise ise dans etmesi istenecekti. Tam bir ingiliz işi olan elbiseyi babası üzerinde görmediği için oldukça şanslıydı. Kendinin aksine Morigan tepkili davranarak giydiği pembe elbisenin üzerine kiltini sarınmıştı ve Fionada aynını yapmıştı. Lakin Maeve her zamanki gibi olaylara fazla takılmamak gerektiğini düşünerek Kan kırmızı omuzlarını açıkta bırakan ve alt bedeninde hafifçe kabaran bir elbise tercih etmişti. Kuzguni siyah beline uzanan saçlarını açık bırakmış başına alnına dökülen yakuttan bir taç oturtmuştu. Bu gün balonun kraliçesi olmaya pek bir hevesli görünüyor olsa da o Maeve Fergusondu. Giydiği kıyafet onun için oldukça sıradan ve günlüktü. Neyle ilgilenip neyle ilgilenmediğini ise tanrıdan başka kimse bilemezdi. Callie ablasına gülümseyerek baktı. Bakışları düşünceli, suratı asıktı. Kimbilir yine neye öfkelenmişti. Tartanını Noah kızmasın diye kol içlerine sıkıştırmış camın önünde dışarıyı gözlemekteydi.
Kapı çalınarak içeri giren uşağın onlara Connor ve Noah'ın geldiklerini haber etmesiyle kızlar dışarı çıktılar. Callie ise kendisiyle baş başa kalmış oldu. Haftalar sonra öyle amaçsız hissediyordu ki şimdi ne yapacağı ile ilgili hiçbir fikri yoktu. Kalbine tuhaf bir boşluk yayılmıştı ve şimdi Ian'ın tamamen o boşluğu doldurmasından korkar olmuştu. Yüzüne değen ellerinin ve dudaklarına değen dudaklarının ılıklığını düşündüğünde ise umutsuz bir inleme koy verdi genç kız. Neden sonra kapısı açıldığında Ian hızla içeri daldı ve peşinden de onu durdurmaya çabalayan üzerini dahi değiştirmeye fırsat bulamamış Jenna girdi.
"Siktiğimin ödleği!" Ian elindeki baltayı yatağa atarak ellerini beline koydu.
Callie oturduğu yerden ayağa kalkıp Jenna'ya baktı ve Jenna eliyle susmasını işaret ederek başını olumsuz manada salladı. Callie oldukça öfkeli görünen adamın neye sinirlendiğini bilmek adına yavaşça hareket ederek önüne geçti.
Ian Callie'i bir müddet süzdü üzerine giydiği kıyafetin içinde oldukça alımlı görünüyordu lakin şu an, onun görüntüsünü dahi dikkate alamayacak kadar öfkeliydi. Kral Anderson'un bir ödlek olduğunun farkındaydı. Atalarının ve dahi babalarının uğruna savaşıp kan döktüğü ülkelerini, ne canlar vererek aldıkları özgürlüklerini teslim etmek için harekete geçmişti belli ki adam. Düğünün içine kabul ettiği İngiliz piçlerinden belliydi bu tutumu.
"Burada çok uzun kalmayacağız beni anlıyor musunuz! Derhal valizlerinizi toplatın. Şu aptal davet biter bitmez yola çıkıyoruz." Ian öfkeyle sarf ettiği son cümleyi Callie'nin yanlış anlamış olabileceğini düşündüğünde kadının suratına baktı.
"Aptal davete katılmak isteyen yok Fenix ve bu iyi bir karar!" Callie dişlerini sıktı. "Bir an önce gidip şu aptal dansı başlatalım da bitsin gitsin!"
"Ian İngi-" Jenna, Callie ve Ian'ın bir anda dönüp sertçe yüzüne bakmaları ile sustu.
"Sen katılmıyorsun Jenna!"
"Efendim?" Jenna ciyakladı. Lakin ağabeyinin onu eliyle kovalar gibi yaptığı hareket üzerine hırslanarak dönüp odadan çıktı ve kapıyı çarptı.
"Kendine gel Sinclair!" Callie öfke ile açtığı gözlerini adama yöneltti.
Ian dişlerini sıkarak Callie'e doğru yürüdü "Sende kardeşlerini sakınsan iyi edersin Caledonia çünkü Sevgili kralımız pek kıymetli düğün balomuzu İngiliz soylularına kadın pazarına çevirmiş durumda."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜNAH KEÇİSİ
Historical FictionIan Sinclairin duyguları uzun zaman önce yanıp kül olan kalesi ile birlikte yerle yeksan olmuş, kalbi biricik sevgilisini toprağa verirken aklını yitiren annesinin çığlıklarıyla gömülmüş, hissiz bir adamdı. Bildiği, sevdiği ne varsa tek başına hayat...