10 Aralık 1352
Callie, gözünü başında altı kadar hizmetli ile araladığında saat oldukça erkendi ve çoğunlukla uyumamış olduğunu var sayarsa şayet gözleri uyku doluydu. Yavaşça yatağında doğrulup pencereye baktı. Tanrım gün yeni doğuyordu ve Callie en fazla geceyarısından sonra beşinci gongda uykuya direnişine teslim olabilmişti. Düğün öğleden sonra nikah ile başlayacak ve akabinde yemek ardından da balo ile devam edecekti. Genç kız getirilen küvete hizmetlilerin suları döküşünü izledi ve çabucak önüne tutulan kasede yüzünü yıkayıp ayaklarını yataktan sallandırdı. Tepesinde dikilen kızlardan birine "Bana Leydi Jenna Sinclair'i çağırın lütfen" dedikten sonra elinde kahvaltı tepsisi tutan kıza da "Onu masaya koy" dedi. Ayağa kalkıp asık bir surat ile küvetin başına geçti genç kız. Hizmetliler onu soyup küvete girmesine yardım ettiler bunu yapmadan önce ellerindeki usturayı bir müddet kullanmak zorunda kaldılar. Callie aldırış etmedi. Ar damarı çatlamıştı bir kere Ian'ın önünde soyunduktan sonra birkaç kadının onu çıplak görmesinin önemi yoktu.
Genç kız uzun zamandır çabaladığı gün gelmiş olduğu için mutlu olmalıydı lakin şu an değildi. Akşam babası ile yapmış olduğu konuşma ve ona kızgınlığı aklından çıkmıyordu. Üstelik birde zoraki kocası vardı baş etmesi gerekecek. Günün her anı, her dakikası tedirginlikle geçecekti. Kaldı ki mihraba babası ile yürüyemeyecekti Blair gibi. Callie başını suya sokup çıkararak gözyaşlarını gizlemeye çalıştı. Ardından odasına geri dönen hizmetlinin önünde eğilerek ona uzattığı kağıdı aldı.
"Mutlu olma vakti..."
Callie gözünü ovalayıp dağınık, kötü yazılan harflere bir kez daha baktı ve yazının sahibini tanıdığında göz yaşları ile karışık bir gülme ile ellerini yüzüne götürüp bir süre öyle kaldı. Yeniden gözlerini açtığında ise gülümsüyordu. İşte şimdi tamdı. Artık yaşanacak her şeye göğüs gerebilir, kral dahil herkesin önünde korkusuzca durabilirdi ve tıpkı babasının dediği gibi mutlu olma vaktiydi...
Saçlarının güllü sabunlarla yıkanmasına ve banyosuna bol bol taze gül yağı damlatılmasına izin verdi Callie. Hizmetlilerin işleri bittiğinde ise ayağa kalkıp havluya sarındı ve kendisine uzatılan ipek, diz hizasında lastiklenmiş çamaşırı, üstüne korsesi giydirildi. kafasını kurulamaya çalışan yardımcı kız eşliğinde şöminenin önündeki masaya oturup sakince kahvaltısını etmeye çalıştı.
"Beni çağırmışsın Callie."
"Hazırlanırken fikirlerine ihtiyacım var çünkü" Genç kız Jenna'ya gülümsedi. Tüm gece ağladığı gözlerinden belliydi ve bunu mümkünse karşısında yapmamasını umuyordu çünkü Callie sebepli sebepsiz her şeye ağlayacak durumdaydı.
Jenna gülümseyerek Caledonianın yanına bir sandalye çekip elini tuttu. Gözünü açar açmaz onu çağırması ve ailesini gördüğünde onu unutmaması kocaman kalbinden taşan iyilikten başka neydi?
"Sen mükemmelsin Callie, senin gibi bir kız kardeşe sahip olduğum için tanrıya ne kadar şükretsem az lakin üzgünüm. Hazırlanmak için fikirlerime ihtiyacı olan bir başkasına söz verdim." Genç kız göz kırptı.
"Ah evet... Tabii ya..." Callie gülümsemeye çalıştı.
"Unutmadan, gelinliğinin eteğinden kalan bir parçayı diktirmek için terzileri yollamalarını iste lütfen. Biliyorsun..."
"Evet, evet... adetler..." Genç kız derin bir rahatlama ile Jennanın gidişini izledikten sonra önüne dönerek çay fincanını döndürmeye koyuldu. Ian'ın da kalkmış ve hazırlanıyor olduğunu duymak ellerinin titremesine neden olmuştu "Rahatla Callie..." dedi kendi kendine. Her şey olması gerektiği gibi oluyordu işte "Rahatla kızım..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜNAH KEÇİSİ
Historical FictionIan Sinclairin duyguları uzun zaman önce yanıp kül olan kalesi ile birlikte yerle yeksan olmuş, kalbi biricik sevgilisini toprağa verirken aklını yitiren annesinin çığlıklarıyla gömülmüş, hissiz bir adamdı. Bildiği, sevdiği ne varsa tek başına hayat...