Jenna ormandaki olayın ardından kaleye koşmuş ve girişteki oturma odasında eline aldığı kadeh ile derin bir buhranın içine dalmıştı. Parmağındaki altın halkaya bakıyor ve yaptığı deliliği aklı almıyordu. Çok fazla galeyana gelmiş olmalıydı. Bir başka oyun içine düşmemiş olmayı diledi genç kadın çünkü bir dakika dahi düşünmeksizin hareket etmişti. Tanrım! Adamın önünde tuvaletini yapar gibi çömelip kendisine bir yüzük uzatmış olduğu o an gözünün önünden gitmiyordu. Jenna birkaç derin nefes alıp içkisini bir yudumda bitirdi ve bardağı önündeki sehpaya koydu. Düşünmeyecekti, yapacaktı. Ian için, Callie için... Onları yeniden bir arada görmek hepsine değecekti. Jenna adamın yüzü aklına geldiğinde burnunu kırıştırdı. Ona kafa attığını düşündüğünde ise... Jenna istavroz çıkardı. Kendi kolunu sıvazlarken "Yapabilirsin" diye düşündü genç kadın. Yapacaktı da...En fazla adamı zehirler hakkından gelirdi. Şu olaylar yoluna girene dek işini görsündü...
Şöminenin tepesinde duran kum saatine baktı. Kilise onuncu gongu çalalı çok olmamışa benziyordu. Şimdi Rebeccayı bulmalı ve Robertin söylediklerini kadına iletmeliydi ve bunu yaparken tüm hıncını kadından çıkarıp onu paralamaması gerekiyordu. Ne de olsa müstakbel kayınvalidesi idi Rebecca. Genç kadın kendine küfretti. Gerçekten de öyleydi. Şantajcı aşüfte bir kayınvalide ve ayyaş, katil bir nişanlısı vardı şu dakikada. Jenna Callie'e onu alacak adamın henüz yeterince bilenmemiş olduğundan bahsettiğini hatırladığında tebessüm etti ve bir an için yaşadıklarını onunla paylaşma isteği duyduğunda öfkesi yeniden uyandı genç kadının. Yerinden hırsla kalktı ve kapıya yöneldi. Önce kadına haddini bildirecek ardından ağabeyini görecekti. Ona "Durma Ian karının peşinden git" demeyi dört gözle bekliyordu. Sırtını dikleştirip hızla Rebeccanın odasına doğru yöneldi.
Kapısı çalındığında Rebecca banyosunu henüz bitirmiş geceliği ile dinlenme koltuğunda kadehini yudumlamaktaydı. Artık bu kale onundu. Ian kızıyla evlenecek ve Rebecca McDonald hanımı olarak burada keyfini sürecekti. Highlandstaki saygıdeğer hanımlardan olacaktı Rebecca ve kızı da saygınlığını katlayacak güzel bir hayata sahip olacaktı. Robertin kötü şöhreti yüzünden Karen ile evlenme talebinde bulunan lord pek azdı olanları ise Rebecca yetersiz buluyordu. Onun için önemli olan zenginlikti. Aşk ve romantizm fazla itici, üstelik hiç de karın doyuran şeyler değildi. Hem Karen çok güzeldi. Lord Sinclair'in ona uzun süre kayıtsız kalamayacağını biliyordu Rebecca. Kapısı çalındığında bacaklarını aşağı indirip "Gir" diye seslendi. Muhtemelen kızı gelmişti.
Jenna izni aldığında yavaşça kapıyı açtı ve ardından aynı yavaşlıkta kapatıp kilitleyerek kadına gülümsedi.
"Günün kiri ve pisliği üzerinizden atılmış ne hoş... Merak ediyorum sevgili anneciğim ne sıklıkla banyo yapıyorsunuz? Çünkü kolay beri temizlenecekmişsiniz gibi durmuyor!"
"Jenna..." Rebeca ayağa kalkmadı. "Gel de otur. Sana da bir kadeh doldurayım."
"Teşekkürler anneciğim." Jenna şirin bir reverans yapıp kadına doğru yürürken kullandığı kelimenin yüzünde değiştirmiş olduğu ifade karşısında pek bir keyiflenmişti.
"A-anne?" Rebecca gözlerini kıstı. Ne saçmalıyordu bu kız yine.
"Ah, çok mu erken oldu yoksa..." Jenna kadının karşısına dikilip tek eliyle ağzını kapatırken diğerini kadına uzatarak yüzüğünü görmesini sağladı. "Lord McDonald bu gece bana ilanı aşk etti ANNECİĞİM!"
Rebecca ufak bir öksürük nöbeti ardından ayağa kalktı ve Jennanın elini sıkıca tutup kendine çekti. "Bu ne demek oluyor Leydi Sinclair!" Kadın kocasının yüzüğünü kızın parmağında gördüğünde çileden çıktı. Altın halkayı almak için harekete geçti lakin Jenna elini yumruk yapıp havaya kaldırdı. "Çıkar çabuk o yüzüğü Jenna! Biz seninle ne konuştuk ha! Seni uyardım! Şimdi, olacakların tek sorumlusu olduğunu bil!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜNAH KEÇİSİ
Historical FictionIan Sinclairin duyguları uzun zaman önce yanıp kül olan kalesi ile birlikte yerle yeksan olmuş, kalbi biricik sevgilisini toprağa verirken aklını yitiren annesinin çığlıklarıyla gömülmüş, hissiz bir adamdı. Bildiği, sevdiği ne varsa tek başına hayat...