Yine sıkıcı bir okul günüydü. Tüm gün boyunca bomboş oturmuştum, uyuyamamıştım bile. Nedeni ise basitti, bugün dersimize giren tüm hocalar uyumama izin vermemişti.
Gıcıklar, onlar yüzünden fazlasıyla yorgun ve uykuluydum. Şu an son dersin son on dakikasındaydık ama bunu uyumak için bir fırsat olarak görmüştüm. Uykulu ve yorgun bir şekilde eve yürümek istemiyordum. Hatta direkt olarak eve yürümek istemiyordum.
Başımı masaya yatırdım ve biraz kestirmek için gözlerimi kapattım. On dakikadan bir şey olmazdı, en fazla temizlik personelleri tarafından uyandırılırdım ve uyku serserimi bir şekilde eve geri dönerdim.
Ancak gözlerimi araladığımda hiç beklemediğim bir manzarayla karşılaştırmıştım. Hava kararmış, okuldan en ufak bir ses dahi gelmiyordu. Hassiktir, saat kaçtı?
Cebimde bulunan telefonumu çıkardım ve saate baktım. Saatin gece on bir olduğunu görmemle gözlerim kocaman açılmıştı. Gece bu saatte okulda hiç kimse kalmamıştır ki, kapılar da kilitlidir.
Bunun bir kabus olmasını dilerken sıramdan fırladığım gibi sınıftan çıkmıştım. Adeta koşar adımlarla koridorda yürüyor, merdivenlerden hızlı hızlı iniyordum.
Çıkışa doğru koşarken müdürün odasının ışığının yandığını fark ettim. Müdür okulda mıydı? Hayır, normalde okula ara sıra gelen müdür kışın gecenin bir yarısı okulda olamazdı. Bu işte bir terslik vardı.
Acaba ışığı açık mı unutmuşlardı? Yoksa okulda ben hariç birisi mi vardı? Aklıma gelen korkunç düşüncelerle birlikte birinin beni izleyip izlemediğini anlamak için karanlık olan koridorda gözlerimi gezdirdim.
Adeta zifiri karanlıktı, koridoru sadece ayın saçmış olduğu ışık aydınlatıyordu. Kendimi korku filminde gibi hissetmeye başlamıştım. İster istemez papatya feromonlarımı yayarak ne kadar çok korkmuş olduğumu belli ediyordum.
Sert bir şekilde yutkundum ve içten içe kendimi cesaretlendirmeye çalıştım. Evet, bunu yapabilirdim. Adımlarımı müdürün odasına doğru atmaya başladım. Şu an kendi adım seslerim bile korkunç geliyordu.
Müdürün kapısının önünde durunca derin bir nefes alıp verdim. Kapı kulpunu kavradım ve kapıyı tıklatmadan direkt odaya daldım.
Müdür koltuğunda oturan Hoseok'u görmemle birlikte gözlerim ve ağzım büyük bir şaşkınlıkla açılmıştı. Hoseok ise bana bakmak yerine müdürün bilgisayarında gergin bir şekilde bir şeyler yapıyordu, beni görünce fazlasıyla gerilmiş gibiydi. Hatta odunumsu feromonları dahi bu şekildeydi.
Kafamda bir sürü soru işareti oluşurken "Hoseok, burada ne yapıyorsun?" Diye sordum.
"Hiç." Demiş ve gergin bakışlarla yüzüme doğru bakmıştı. İlk defa onu bu şekilde gergin görüyordum. O Woojin'i bıçaklarken bile hiç gerilmemişti, neden şu an gerilmişti ki?
Hoseok'un beden gergin olduğunu çözmeye çalışırken bir yandan da onu soru yağmuruna tutmaya başlamıştım bile. "Ben son ders uyuyakaldığım için burada kilitli kaldım ama sen neden buradasın? Ayrıca birden bire neden gerildin? Ve buradan nasıl çıkacağız?"
"Bende son ders uyuyakaldım." Diyerek geçiştirdikten sonra oturduğu yerden kalkıp hızlı adımlarla odadan çıkmış ve koridorda ilerlemeye başlamıştı.
Bu işte büyük bir gariplik vardı. Ancak şu an bunu sorgulamanın vakti değildi. Buradan çıkmam lazımdı ama nasıl çıkacaktım? Korkuyordum, ya başıma bir şey gelirse?
Korkudan kalbimin atışları hızlanırken koşar adımlarla koridorda yürümeye başlamıştım. Hoseok nereye gitmişti? Onu bulmam gerekiyordu, okulda tek başıma kalmak korkutucuydu. Yanımda, beni koruyan bir alfa olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
It's Daddy's Son | Sope | Omegaverse
Teen FictionHoseok, sınıf arkadaşına takıntılıydı. Onu her zaman sevdiğini söyler, iltifat eder, onu korur ve hatta onun için kavga etmekten çekinmezdi. Yoongi ise bu durumdan pek hoşnut değildi. "Seni çok fena kıskanıyorum. Onun sana dokunmasından nefret ediyo...