Teneffüs zili çalar çalmaz elimdeki kalemi hızla masanın üzerine koymuş ve defterimi de aynı hızla kapatmıştım. Hemen sıramdan kalkmış ve Seokjin'i beklemeden sınıftan çıkmıştım. Arkamdan gıcık hocanın ve Seokjin'in bir şeyler zırvaladığını duyabiliyordum.
Kendimi kantine atmış ve sadece birkaç kişinin olduğu kendin sırasına geçecekken arkamda birinin varlığını hissetmemle arkama doğru dönmüştüm.
Hoseok'u görmemle beraber gözlerimi devirmiştim, o ise sadece tebessüm etmiş ve elinde olan kutuyu bana doğru uzatmıştı. Sabah sabah yine başlıyordu.
"Lütfen bu ufak hediyemi reddetmeyin. Biliyorum, bu hediye sizin zerafetiniz karşısında oldukça değersiz kalıyor. Size sözüm olsun ki bir dahaki sefere sizin karşınıza, size yakışır olan hediyelerle çıkacağım."
"Hayır, bunu kabul edemem. Kim bilir o kutunun içinde neler var." Diye şüpheci bir tavırla yaklaşmıştım. O sapık alfanın tekiydi. O kutunun içinden her şey çıkabilirdi.
"Rahatsızlık olduysanız söz veririm ki bir daha sizin karşınıza bir hediyeyle çıkmam. Sadece tek seferliğine de olsa kabul edemez misiniz?"
Kutuya şöyle bir defa daha göz attım. Oldukça sade, düz renkte bir kutuydu. Biraz kararsız kalsam da cevabım kesin ve netti.
"Tek seferlikte olsa kabul edemem."
Yüzü hiç solmadan "Yine de teşekkürlerimi sunmaktan çekinmem." Demişti.
O sırada Seokjin hızla yanımıza yaklaşıp "Mmh, lezzetli kurabiyeler... Hediyeyi kabul etmediyse bana verebilirsin Hoseok." Diye atılmıştı.
Ne, kurabiyeler mi? Sadece kurabiye... Cidden aptalca şeyler düşünmüştüm. Neyse, moralimi bozmamam lazımdı. Hem reddetmiş olmam daha iyi olmuştu. Kabul etmiş olsaydım benden fazlasıyla yüz bulabilirdi.
Karnımda büyük bir ağrı hissetmemle karnımın aç olduğunu yeniden hatırlamıştım. Hızla tıka basa dolu olan kantin sırasına geçmiştim. Harika, bu sabah yine ikinci derse girmek yerine kantinde olacaktım. Hocalar benim bu huyumdan oldukça bıkmış ve hepsi de bu huyum yüzünden bana takmış durumdalardı. Böyle devam ederse beni sınıfta bırakmaları için elinden gelen her şeyi yapacaklardı, hatta yapıyorlardı da.
Kantin sırasına bir erkek sürüsünün hücum etmesiyle herkes itiş kakış olmuştu. Tıka basa olan kantin sıradan -gerçi sıra demeye bin şahit isterdi- küfürler eksik olmamaya başlamıştı. Küfürler çoğaldıkça medeniyet bilmeyen varlıklar birbirlerine şiddet uygulamaya başlamıştı ve çok kısa sürede önüne gelen önüne geleni ittirip düşürmeye başlamıştı. Klasik bir teneffüstü.
Adeta şuracıkta can çekişiyor, nefes alamıyordum. Burnum çeşitli omega ve alfa feromonunu kaldıramayacak hale gelmişti. O kadar çok feromon vardı ki... Sadece simit ve ayran almak için düştüğüm yere bak!
Kim olduğunu bilmediğim kişinin beni sırtımdan sertçe itmesiyle yere çok sert bir şekilde düşmüştüm. Tanrım, resmen rezillikti. Daha fazla rezil olmamak adına yerden kalkacaktım ama yere koyduğum elimin üzerine birinin basmasıyla çığlığı koparmıştım.
Hıçkırıklarla ağlıyordum, her yerim kirlenmişti, herkes bana doğru bakıyordu, canım acıyordu ve elimin üzerindeki ayak gittikçe daha da canımı acıtıyordu. Gözlerimi sımsıkı kapatmış, sesli bir şekilde ağlayarak acımın dinmesini bekliyordum. Etrafıma insanlar doluşmuştu ama sesleri ayırt edemiyordum.
Biri yanıma gelmiş ve bana sımsıkı sarılmıştı. Gözyaşlarımı durdurmaya çalışıyordu ama durduramıyordu. Bana bir şeyler diyordu ama duymuyordum, belki de bağırıyordu ama yine duymuyordum. Sadece az çok feromonunun kokusunu alıyordum. Durum böyle giderken elimi hareket ettirebildiğimi fark ettim ama hala çok acıyordu.
Nöbetçi olan hocanın tiz sesini duymamla anında ağlamayı kesmiştim. Hemen karşımda bana sarılmış olan bedene baktım, Seokjin'di. O kadar çok feromon vardı ki Seokjin'in feromonunu bile algılayamamıştım. Bu kalbimin yumuş yumuşak olmasına yetmişti bile. Ama bir yandan da gergindim, ayağı kalktım ve bakışlarımı nöbetçi hocaya doğru çevirdim.
Nöbetçi hocanın tiz sesiyle bağırıp çağırmaya devam etmesiyle birlikte kantinde olan öğrenciler teker teker kantini terk etmeye başlamıştı. Gıcık olan topukluların sesiyle yanımıza doğru geldiğinde iyice gerilmiştim. Hele ki alfa feromonlarını salgılıyor olması beni daha çok geriyordu.
Şeytani bakışlarıyla ikimizi iyice süzdükten sonra "Sende ağlama. Kaç yaşına geldin, erkek adam oldun hala ağlıyorsun. Erkek adam ağlar mı hiç? Revire gidiyorsunuz, ne yapıyorsanız yapın ama teneffüste sizi koridorda veya bahçede görürsem yakarım." Sözlerini sonlandırmıştı ama şeytani bakışları sonlanmamıştı.
"Tamam hocam." Diye mırıldandıktan sonra ikimiz beraber kantinden ayrılmıştık. Lanet olsun, elim hala sızlıyordu.
...
Revire geldiğimizde hemşire teneffüs zili çaldığı için Seokjin'i sınıfa yollamıştı. Yalnız kaldığımızda hemşire benimle ilgilenmeyi bırakmamıştı, hatta kantinden tost ve ayran ısmarlamıştı. Benimle ufak bir muhabbet ettikten sonra revirden ayrılmıştı. O gidince hızla tostu ve ayranı bitirmiş ve yeniden yatağıma geçerek telefonumla ilgilenmeye başlamıştım. Tabii elim hala acıdığı için pek rahat değildim ama sorun değildi.
Kapının açılmasıyla bakışlarımı kapıya doğru çevirmiştim. Gelen Hoseok'tu ve dudağı yara ve kan içindeydi. Alfa feromonları nedeniyle sinirli olduğunu anlamıştım. Baskın olan odunumsu kokusu beni ufaktan korkmama sebep olmuştu.
Bakışlarımı alfanın yüzüne çevirdiğimde yüzünün bazı noktalarında ufak tefek yaralar olduğunu görmüştüm. Bedeni ise iyice terlemişti, hatta terden gömleği bedeni yapışmıştı.
Daha fazla incelemeyi bırakıp yeniden telefonuma odaklandım. Ama o ise yanımda bulunan başka bir yatağa oturup beni izlemeye başlamıştı.
"Yaralarımı sarmak istemez misin küçüğüm? Onlar seni bekliyorlar."
Bakışlarımı telefonumdan çevirmeden "Ben doktor değilim, hemşire az sonra gelir." Demiştim.
"Yaralar sadece pansumanla veya kremle iyileşmez ki küçüğüm. Yaralar sevgiyle de iyileşir ve benim yaralarımı iyileştirecek en güçlü sevgi senin sevgindir. Lütfen beni senin sevginden mahrum bırakma ki iyileşebileyim."
Yine klasikti, şu durumda bile asla değişmiyordu. Sürekli süslü cümleler kurarak beni etkileme peşinde koşuyordu.
"İşe yaramaz, sadece boş yapıyorsun."
Ana ekranda bulunan notlar kısmına girdim ve bunun tarihini atıp not almaya başladım.
03.10.2020:Bugün Hoseok bana kurabiye hediye etti ama kurabiye hediye ettiğini reddettikten sonra fark ettim. Hm, birde kantinde aşırı derecede rezil oldum. Biri beni yere ittirdi ve elimin üzerine basıldı. Canım fazlasıyla yandı ve yanmaya da devam ediyor. Neyse, Seokjin'le revire gittik ama o pek yanımda kalmadı. Revirdeki hemşire baya ilgilendi benimle. Sonra hemşire gitti ve Hoseok geldi. Galiba kantinde benim için kavga etmiş, ağlarken hiç fark etmemiştim. Yüzü falan yara ve kan içinde ama bu haliyle bile o süslü sözlerinden vazgeçmiyor. Fazla sinir bozucu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
It's Daddy's Son | Sope | Omegaverse
Teen FictionHoseok, sınıf arkadaşına takıntılıydı. Onu her zaman sevdiğini söyler, iltifat eder, onu korur ve hatta onun için kavga etmekten çekinmezdi. Yoongi ise bu durumdan pek hoşnut değildi. "Seni çok fena kıskanıyorum. Onun sana dokunmasından nefret ediyo...