Bu bölüm sana.
O kişi kendini çok iyi biliyor. :)
İyi okumalar. 💓
Sıradan bir okul günüydü. Her gün olduğu gibi kendimi uyanır uyanmaz okulda bulmuştum. Ne zaman giyinip, okula geldiğimin farkında bile değildim. Şu an ise okul koridorlarında kendi sınıfıma doğru adımlıyordum.
Sınıfa girdiğimde hocanın daha derse girmediğini görmemle içim rahat etmişti. Herkesin önünde rezil durumuna düşmeyecektim.
Kendi sırama oturduğumda sürekli yan yana oturduğum Seokjin orada değildi. Seokjin'i görmek adına gözlerimi sınıfta gezdirdim, sınıftaydı ve Hoseok ile yan yana oturuyordu. Beraber sohbet ediyorlardı, galiba Seokjin benimle konuşmama kararı almıştı.
Bilmiyordum, dün söylediğim kırıcı sözlerden sonra benden soğumuş olmalıydı. Başımı masaya koyduğumda tamamen yalnız kaldığımın farkına varmıştım. Koskoca bu dünyada, milyonlarca insanın içinde yalnızca tek başımaydım.
Arkadaşım yoktu, ailem varla yok arasındaydı, sevgilim zaten hiç olmamıştı. Beni önemseyen tek bir kişi bile yoktu. Benim sorunum neydi böyle? Herkesin bir sürü arkadaşı varken ben neden böyle yapayalnız olmak zorundaydım?
Bu negatif duygular bir kara delik gibi beni içime geçerken hocanın sınıfa girmesiyle yeniden gerçek dünyaya geçiş yapmıştım. Ancak bu sürekli gerçek dünyada kalacağım, hayal dünyama geçiş yapmayacağım anlamına gelmiyordu.
Her zamanki halimdi, sürekli bir takım düşüncelere dalıp giderdim. Beni gerçek dünyaya bağlayan tek şey yaşamak için karşılamam ihtiyaçlarımdı. Tabii bazen zorbalara cevap vermek için de hayal dünyamdan ayrılmam gerekiyordu.
Birbirini kovalayan düşüncelerle birlikte birkaç ders geçmişti bile. Zamanın nasıl akıp gittiğini anlamakta zorluk çekerken oturduğum sıradan kalkmıştım. Biraz da bahçede takılan arkadaş gruplarını seyrederek üzülmek, düşüncelere dalmak istiyordum. Bazen değişiklik yapmak şart oluyordu.
Merdivenlerden inmiş, bahçeye varmıştım. Bahçeye çıkar çıkmaz esen rüzgar beyaz tenimi okşayarak geçmişti. Bakışlarım gökyüzünü bulduğumda gökyüzünün gri, yağmur bulutlarıyla kaplandığını görmüştüm. Eh, normaldi. Sonuçta kış her gün biraz daha yaklaşıyordu.
Bakışlarımı gökyüzünden ayırdım ve boş olan banka doğru adımlamaya başladım. Boş banka oturduğumda her zaman yaptığım gibi arkadaş gruplarını seyre dalmıştım. Neden güzel, eğlenceli bir arkadaş grubunun bir parçası değildim ki?
Hayatım boyunca hep beraber takılan arkadaş gruplarına özenmiştim ama asla o arkadaş grubunun bir parçası olamamıştım. Acaba beraber tüm gün ne konuşuyorlardı? Buluştukları zaman ne yapıyorlardı?
Nefesimi dışarı saldım ve etrafa bakınmaya devam ettim. Öylece bakınırken bana doğru adımlayan bir beden gördüğümde bakışlarımı bedene kilitlemiştim.
Bu oydu... Gayet iyi ve sağlıklı görünüyordu, bir şeyi yok gibiydi. Böyle bir şey nasıl olabilirdi ki? Yoksa çok fazla korktuğum için ben mi hayal görüyordum? Ama hayır, hayal falan değildi. Hayal olamayacak kadar gerçekti.
Kaçmam lazımdı, hızlıca banktan kalktım ve hızlı adımlarla okul binasına doğru yürüdüm. Ama o da peş etmeyerek peşimden gelmiş ve bileğimi kavrayarak beni durmuştu. Çok büyük sıçtığımı hissediyordum.
"Merak etme, canavar değilim. Benden kaçmanı gerektirecek bir durum yok." Demişti, sesinden yorulduğu anlaşılıyordu.
Bakışlarımı alfanın yüzüne çıkardım ve "Canavar değilsen canavarmış gibi benim peşlemeyi bırak." Dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
It's Daddy's Son | Sope | Omegaverse
Teen FictionHoseok, sınıf arkadaşına takıntılıydı. Onu her zaman sevdiğini söyler, iltifat eder, onu korur ve hatta onun için kavga etmekten çekinmezdi. Yoongi ise bu durumdan pek hoşnut değildi. "Seni çok fena kıskanıyorum. Onun sana dokunmasından nefret ediyo...