Kendimi aniden lüks bir otelin ortasında bulmuştum. Her şey çabuk gelişmişti. Okuldan gelir gelmez babamın bu akşam iş yemeği olduğunu öğrenmiştim. Neden her şeyden son dakika haberim olmak zorundaydı ki? Tek isteğim eve gidip bol bol yatmaktı, sıkıcı bir iş yemeğine gitmek değil.
İş yemeği için ayarlanan otel fazlasıyla kalabalıktı, herkes baloya gider gibi giyinmiş ve birbiriyle konuşuyordu. Ben ise kuytu bir köşeye çekilmiş ve sosyal medyada takılıyordum. Zengin iş adamlarıyla sohbet etmek kulağa pek de eğlenceli gelmiyordu. Zaten benimle sohbet etmek istediklerini bile sanmıyordum.
Canım sıkıldığı için kısa bir süreliğine başımı telefondan kaldırmış ve etrafa bakmaya başlamıştım. Gözüme ilk ilişen annem ile babamdı. Annem uzun beyaz elbisesinin içinde adeta bir kuğu gibi görünüyordu. Giydiği elbise yırtmaçlı ve düşük omuzluydu.
Babam ise klasik bir takım elbise giymiş ve ünlü iş adamlarıyla konuşurken annemin belini ufaktan kavramayı ihmal etmemişti.
Bakışları ufaktan bana dönünce tırsmış ve tam olarak telefon ile olmaya geri dönecekken babamın bana seslenmesi bunu engellemişti. Mecburen yanlarına gitmek zorunda kalmıştım. Ne diye beni çağırıyorlardı ki? Holding ile meseleleri çözecek değildim ya.
Yanlarına geldiğimde iş adamına doğru hafifçe eğilmiş ve "Merhaba efendim." Demiştim. Saygı göstermem önemliydi çünkü annem ve babam saygı konusunda çok hassaslardı.
Babam "Bay Choi, oğlum Min Yoongi." Diyerek beni tanıtmıştı.
Bay Choi'nin bakışları üzerimdeyken "Memnun oldum, Yoongi. Kaç yaşındasın?" Diyerek klasik bir soruyla devam etmişti.
"16 yaşındayım Bay Choi." Derken sıkılmaya başlamıştım bile. Hemen burayı terk edip köşeme çekilmek istiyordum.
"Benimde 16 yaşında oğlum var, adı Lowell." Der dermez mimiklerimi oynatmamaya çalışmıştım. Şu anda ne demeliydim? Diğer bir mesele ise nasıl davranmalıydım?
"Aslında kendisiyle tanışıyoruz." Demiştim saygı ekleri ekleyerek.
Bay Choi hafif bir gülümsemeyle "O zaman çağırayım, yalnız takılma." Demiş ve hemen yanımıza çağırmıştı. Şimdiden berbat bir akşam oluyordu.
Lowell yanımıza gelir gelmez bakışlarını bana doğru çevirmiş ve "Yoongi, sende mi buradaydın?" Demişti. Bu nasıl soruydu?
"Hmhm, ailemle birlikte geldim." Diyerek cevaplamıştım.
Annem araya girerek "Oğlum, Bay Choi'nin oğlunu nereden tanıyorsun?" Demişti. Yine merakını gizleyememişti. Peki şimdi nasıl cevap verecektim?
Lowell benden önce davranmış ve "Arkadaşı Hoseok tanıştırdı sayılır, aslında tamamen tesadüf eseri." Deyince kalbim hızlı hızlı atmaya başlamıştı. Her an her şeyi söyleyebilirdi. Acilen Lowell'ı buradan uzaklaştırmalıydım.
Ayrıca bastıra bastıra "arkadaşı Hoseok" demesi ayrı bir sinir bozucuydu. Zaten dün ayrılmıştık ve bugün okulda yüzüme dahi bakmamıştı.
"Lowell, sana bir şey sormam lazımdı. Benimle gelebilir misin?" Demiştim. Sonrasında ne konuşacağımı dahi bilmiyordum ama şu anlık aklıma sadece bu gelmişti.
Lowell hemen sunmuş olduğum teklifi kabul etmiş ve beraber ailelerimizin yanından ayrılmıştık. İkimiz birlikte sessiz, sakin bir köşeye geçmiştik.
Lowell bana garip garip bakarak "Merak etme, aranızda olan meseleyi söyleyecek kadar kötü biri değilim." Demişti.
Aynı şekilde bende Lowell'a garip garip bakışlar atarken "Sana belli olmaz." Demiştim. Zaten her şey dün olmuştu. Hemen ertesi gün Lowell ile karşılaşmak ayrı bir sinir bozucuydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
It's Daddy's Son | Sope | Omegaverse
Teen FictionHoseok, sınıf arkadaşına takıntılıydı. Onu her zaman sevdiğini söyler, iltifat eder, onu korur ve hatta onun için kavga etmekten çekinmezdi. Yoongi ise bu durumdan pek hoşnut değildi. "Seni çok fena kıskanıyorum. Onun sana dokunmasından nefret ediyo...