"Abi, öğyetmen ödev veydi de. Ben yapamadım. Yaydım edey misin?" Eren'in ince sesini duymamla bir yandan pudingi karıştırmaya devam ederken ona döndüm. Neredeyse küçük ikizim diyebileceğim üç buçuk yaşındaki erkek kardeşim bacağımın dibinde kafasını kaldırmış bana bakıyordu. Benimkiler gibi olan ela gözlerini belertmiş, elindeki buruşuk kağıtlarla yavru kedi gibi duruyordu şuanda.
"Ederim abicim, ne ödeviymiş bu?" Pembe dudaklarını büzerken omuz silkti.
"Annamadım ki, sen bak yütfen." Ocağın altını kapatıp pudingi soğuması için kenara aldım. Eren'i kucağıma alırken artık eskisi kadar hafif olmadığını düşünüyordum. Oturma odasına gidip koltuğa oturdum kucağımdaki Eren'le. Küçük tombul ellerinin arasındaki kağıtları alıp incelemeye başladığımda Eren parmaklarını kolumda gezdirmeye başlamıştı bile. Değişik bir alışkanlığı vardı. Kolumla ve bazen saçlarımla oynamayı çok seviyordu.
"Bak şimdi burada hayvanlar var. Bu hayvanların yaptığı besinlere göre eşleştireceksin. Anladın mı?" Kafasını iki yana salladığında güldüm.
"Buradaki hayvanın ismi ne?" Dedim ineği göstererek.
"İnek!" Heyecanla konuşunca kafamı salladım doğru anlamında.
"Evet, peki inekler ne yapıyor? Hani her gece yatmadan içtiğimiz olan?"
"Aa süt! Tamam annadım, ben şimdi hemen yapayım." Kağıtları kaptığı gibi orta sehpanın önünde dizlerinin üstünde yapmaya başladı. "Ayıyay bay yapay, tavukyay yumuyta yapay." Kendi kendine konuşurken ona gülümseyerek mutfağa geri döndüm.
Eren'le bu evde ikimiz yaşıyorduk. Annem ve babam köyde büyümüş ve istemeyerek görücü usulü evlenmişler zamanında. Aileleriyle sorunları olduğundan amcamın ailesiyle beraber büyük şehre taşınmaya karar verince buraya gelmişler ve ardından ben dünyaya gelmişim. Sevgi dolu bir ailede büyümemiştim. Fakat durumumuz kötü olsa bile yemeğimizin eksik olduğu bir gün olmamıştı.
Her şey normal ilerlerken hiç hesapta olmayan Eren doğdu. Ben şuan 24 yaşında biriydim ve kardeşimle aramda 20 yaş vardı. Neredeyse çocuğum gibiydi. İkisi de istemedi bu bebeğin olmasını. Fakat dinine oldukça düşkün olan annem ve babam kürtajı kabul etmediler. Zaten annemin hamile olduğu da çok sonradan belli olmuştu.
Annemin doğum sonrası depresyonu ve yaşının getirdiği menopozla birlikte kötü bir döneme girdik. Kendi bebeğinin yüzüne bakmıyor, doğduğu güne lanet ediyordu. Ne yapacağız şimdi biz bu kadarcık bebekle diye ağlayıp sayıklıyordu. Babamın umurunda bile değildi bu yaşananlar. Bir çocuğu olduğundan bir haberdi sanki. Kendi sorumluluğu olduğunu düşünmeden sadece yaşıyor, kürtaj yaptırsaydın o zaman diyerek kendini olaylardan soyutluyordu.
Gariptir ki kendi hatalarını göremeyip ufacık, masum bir bebeğe suçu atmaları onları canından etmişti. Eren'le beni burada bırakıp birkaç haftalığına köye gitmeye karar vermişlerdi fakat yolda hakimiyeti kaybeden babamla birlikte annem ve amcamın eşi yengem hayatlarını kaybetmişti.
Ufacık bir bebekle kalmak mı, ailemi kaybetmek mi daha zordu bilmiyorum ama o zor günlerin geride kalması çok rahatlatıyordu.
Kaldığımız ev biraz eski de olsa bize aitti. Alt katta, kazada eşi ölen amcam, üst katta biz kalıyorduk. Kira derdimiz olmamasıyla birlikte annemin altınları, babamın birikimi bizi uzunca bir süre götürmüştü. Üniversite okuduğumdan mahalleden olan Nermin abla Eren'i kendi çocuğuymuş gibi bakmış, sevgi göstermişti bu süreçte. Eren gerçek annesinin o olmadığını bilse bile ona Nermin anne diye seslenirdi. E tabi Nermin ablanın çocuklarından öyle duymuştu.
Daha sonra pandemi nedeniyle eğitimimin uzaktan devam etmesi de bana oldukça yaramıştı aslında. Eren'le daha çok evde vakit geçirmiş, daha çok bağlanmıştık birbirimize. Bana fazla düşkün bir çocuktu. Ben de aynı şekilde ona. Annem ve babamın aksine ikimizde çok sevgi doluyduk. Öpmek, sarılmak, sevgi sözcükleri ve kahkahalar eksik olmazdı aramızda. İkimiz de temas bağımlısıydık resmen.
Huzurumuzu bozan tek şey alt kattaki amcamdı. Kaza anında aynı arabada kendi eşi de vardı ve onun ölümünden babamla aynı kandan olan bizi suçluyordu. Her neyse, şimdi böyle can sıkıcı şeyler düşünmeye gerek yoktu.
Tenceredeki pudingleri kaselere boşaltıp iki tane aldım ve içeri gittim. Küçük dilini çok zor bir şey yapıyormuş gibi dışarı çıkaran miniğe gülüp önüne kaseyi koydum. Ben de yanına çöktüğüm sırada ellerini çırpmıştı sevinçle. Kalemi bırakıp hemen bir kaşık aldı ve ağzının kenarlarına bulaştıra bulaştıra yedi.
"Mmm abicim çok güzey oymuş, eyyeyine sağyık." R ve L harflerini söyleyememesi çok komikti. Daha çok küçük olduğundan dili dönmüyordu.
"Afiyet olsun bebeğim."
İlerleyen saatlerde telefonuma baktığımda Atakan Bey'den gelen bir maili gördüm. Yarın sabah bir toplantı yapacağını ve vaktinde orda olmamız gerektiğini içeren bir maildi.
Acaba nasıl biriydi? Bugün kendini tanıtması dışında başka bir şey konuşmamış, tüm gün odada kalmıştı. İki üç kere odadan telefonla hararetli bir şekilde konuşarak çıktığında işle alakalı görüşmeler olduğunu anında anlamıştım. Çabuk adapte olmuş, tüm kontrolü ele almış gibi duruyordu. İş çıkış saatinde hepimiz çıkarken o odasında çalışmaya devam etmişti.
Normalde yöneticilerin saat sıkıntısı yoktu. Çalıştığımız şirkette müdürler, yöneticiler, patronlar istediği saatte girip çıkabilirler, hatta istedikleri zaman evden çalışabilirlerdi. Fakat Atakan Bey hiç de öyle değildi. Disiplinli, işine önem veren ve ciddi bir adamdı. Yarın ki toplantıda onun hakkında daha iyi gözlem yapabilecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yönetici Kalp- BxB
General FictionYeni yöneticisinin gelmesiyle birlikte Can'ın iş hayatı oldukça zorlu geçecek.