"Can hazır ayaktayken şu siyah dosyayı getirsene." Seren bacak bacak üstüne atmış, Merve'yle konuşurken bana seslendi. Derin bir nefes aldım ve istediği dosyayı ona götürdüm. Yüzüme bakmadan, teşekkür bile etmeden aldı ve Merve'yle olan konuşmasına devam etti.
Beni kullanacağını söylerken bundan bahsediyordu işte. Son iki gündür böyle şeyler istiyordu benden. İlk başta kendin alsana demiş olsam bile o tehditvari bakışlarıyla boyun eğmek zorunda kalmıştım. Artık iş hayatım böyle olacaktı sanırım.
İş yerinde eşcinsel olduğum duyulursa bu benim için çok, çok kötü olurdu. Hiç olmadığı kadar ötekileştirilirim, kötü davranışlara, sözlü tacizlere, iğrenir gibi olan bakışlara maruz kalırım. Kovulursam veya buna dayanamayıp istifamı verirsem böyle bir iş bir daha bulamam. Eşcinsel olmam kara leke gibi yakama yapışır, her yerde aynı şeyi yaşarım. Normal bir kafede çalışsam da iş saatleri Eren'inkiyle uymaz, kreş ve ev masraflarını ödeyemezdim.
Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Seren'e boyun eğmek zorundaydım.
***
"Can, erken çıkacağım bugün, şu raporları hazırlarsın." Sıkılı dişlerimle ona döndüğümde sinir bozucu bir şekilde gülümsüyordu. Diğerleri hala yemekte olduğundan rahat rahat konuşuyordu. "Bu bakış ne, yapmayacak mısın yoksa?" Alay kokan tehdidiyle yutkunup gözlerimi kaçırdım ve elindeki dosyaları aldım. Kulak kanatan gülüşünü işittim.
"Dikkat et ama, biri dosyayı siler falan." Arkasını dönüp ofisten çıktı. Hala bilgisayarıma nasıl girebildiğini bilmiyordum. Arkamda oturduğundan vücudumu siper ederek şifremi giriyordum her seferinde, ayrıca her akşam değiştiriyordum şifreyi. IT departmanından yakın bir tanıdığı mı vardı acaba?
***
"Can ya aşk olsun kendine kahve almışsın bize yok mu?" Dudak büzen Seren'e ifadesiz bir şekilde bakarken kahvemi masaya koydum. Cemre de bana dik bir şekilde bakarken Seren'e bakmadan yorgun bir şekilde yalan söyleyerek konuştum.
"Şeker almaya gidecektim zaten, getiririm." Tekrar mutfağa gittim ve iki tane bardak çıkardım. Makinenin altına koyup yavaşça damlayan koyu kahve sıvıyı hayattan kopmuş gibi izledim.
"Can?" Atakan Bey'in kalın ve sert sesiyle irkilerek ona döndüm. Kaşlarını kaldırdı duraksayarak, "Korkuttum mu?" dedi bu sefer daha yumuşak bir tonda. Kafamı iki yana sallayarak bakışlarımı çektim ondan.
"Yok, dalmışım sadece." Yarıya kadar dolmuş bardaklara bakmaya devam ettim, kalçamı tezgaha yaslayarak. Onunla iyi olmak için çabalamayacaktım artık. Ast üst ilişkisiydi bizimkisi ve ben daha samimi oluruz diye bir girişimde bulunmak istemiyordum dediklerinden sonra. Hevesim gitmişti. Saygıda kusur etmeyerek konuşmaya devam edecektim.
O sırada bana doğru adımladı. Tam dibimde durunca hızlanan nabzımla göz ucuyla ne yaptığına baktım. Neden bu kadar yakınıma gelmek zorundaydı? Tam odanın köşesinde olduğumdan kayamazdım da.
O, bu durumu benim kadar umursamayarak, benim parmak uçlarımda kalkarak zar zor yetiştiğim üst dolaplardaki su bardaklarına rahat bir şekilde uzandı. O ferah kokusu burnuma geldi ve başımın ağrıdığını o an fark ettim. Çünkü kokusu rahatlatıcı bir etkiye sahipti ve günlerdir çektiğim baş ağrısına hafifletmişti sanki anında.
"Çok güzel kokuyor." Diye istemsizce mırıldandım kendi kendime. Dolabı kapatıp hafif geri çekilirken koyu kahve gözleriyle yüzüme bakmasıyla dediğim şey dank etti kafama. Utançla gözlerimi kaçırırken boğazımı temizledim toparlayabilmek için, "Parfümünüz yani." Dik bakışları diken gibi batarken kızardığımı hissederek makineye bakmaya devam ettim.
"Teşekkür ederim." Ondan böyle nazik kelimeler duymaya alışkın değildim. Bana son zamanlarda çok sert davrandığından bu durum garip geliyordu.
Suyunu doldurdu ve bir yudum aldı. Tekrar ona doğru döndüğümde kahve makinesine bakıyordu.
"Sade kahve mi içersin normalde, sana göre sert değil mi?" Sana göre derken neyi kastettiğini anlamasam da omuz silktim ve durgun bir tavırla konuştum.
"Seren ve Cemre için bunlar. Ben sütlü ve şekerli seviyorum." O ikisi hep sade kahve içtiklerinden biliyordum.
"Onların kahvesini mi yapıyorsun?" Sorgulayan düz bakışlarla bakarken yutkundum sadece.
"Şeyy," Saniyelik bakışlarımı kravatına indirip geri koyu gözlerine kaldırdım, "Rica ettiler de." Kaşlarımı kaldırırken kafamı hafif sağa doğru eğerek konuştum, "Sana göre değil derken ne demek istediniz acaba efendim?" Nazik ve hafif meraklı bir şekilde sordum bu soruyu.
Atakan Bey bir süre sustu, koyu gözleri yüzümde turladı. Açık kahve düz saçlarıma, ela gözlerime, ufak düz burnuma ve en son hafif dolgun dudaklarıma baktı. Bu bakışları beni gereken yerimde kıpırdandım. Suyundan bir yudum daha alarak sessiz bir şekilde yutkunduktan sonra umursamaz düz bir ifadeyle omuz silkti.
"Hiç." Arkasını dönerek kapıya doğru ilerleyecekken aklına bir şey gelmiş gibi sadece kafasını bana doğru döndürdü ve dudaklarını aralayarak konuştu.
"25'inde Aykut Bey gelecek, beraber bir yemek yiyeceğiz. Sen onun sevdiği restoranı biliyormuşsun, o gün için rezervasyon ayarlayıp bana haber ver."
Söyledikleriyle gözlerim açıldı ve yerimde dikleştim. Gülümsemem büyürken heyecanla Atakan Bey'e bakıyordum. Bu tepkimi beklemiyor olacak ki kaşları kalktı ufak bir şaşkınlıkla.
"Aykut Bey geri mi dönüyor yoksa?" Sesim Eren'in 'parka mı gidiyoruz yoksa?' sorusunun tonlamasıyla aynı olmuştu. Heyecanlı, içi içine sığmıyormuş gibi. Aykut Bey'in gitmesiyle iş hayatım berbat hale gelmişti ve onu bir baba figürü olarak gördüğümden gerçekten özlemiştim. O sıcakkanlı davranışları, Can oğlum deyişi. Sanki ailemden biri gibiydi ve uzun zaman sonra onu görebilecek olmam iyi hissettirmişti. Tabi bana kızdığı zamanlarda olmuştu ama her zaman işimi iyi yaptığımdan nadirdi bu durum.
"Hayır, ziyarete geliyor sadece." Olsun o da yeterdi bana. "Yani üzgünüm Can, uzun bir süre senin müdürün benim." Hafif alayla söylediği bu cümleyle gülüşüm soldu ve gözlerim irileşti, yanlış anlamıştı. Telaşlanarak kafamı iki yana salladım.
"H-hayır öyle demek istemedim, ben Aykut Bey'i uzun zaman sonra göreceğim için heyecanlandım sadece." Diye hızlı hızlı konuştum. Kafasını hafifçe aşağı yukarı sallarken kısık gözlerle bakıyordu yüzüme.
"Dayımla iyi anlaşıyor olmalısın?" Duyduğum kelimeyle dudaklarım küçük bir o şeklini alırken ela gözlerimi belertmiştim.
"D-dayınız mı?" Kendime sorar gibi sorduğum soruyla kafasını hafifçe salladı aşağı yukarı. Ben hala duyduğum şeyin şokundayken Atakan Bey gümüş kol saatine göz atıp arkasını döndü ve elindeki su bardağıyla çıkmadan önce bana hitaben konuştu.
"Her neyse, mola bitti Can. Ofise dön."
O çıktıktan sonra bir süre öylece bakakaldım arkasından. İkisi de bahsetmemişti bu durumdan. Ayrıca hiç de benzemiyorlardı. Atakan Bey uzun boyu ve yapılı vücuduyla İtalyan mankenlerini aratmaz, soğukkanlılığı, baskın karakteri ve disiplinli olmasıyla; sıcakkanlı ve güler yüzlü, daha kısa boyu ve hafif kilosu olan Aykut Bey'den tamamen farklı biriydi. Oğlan dayıya kız halaya derler aslında. Değişik.
Kahve makinesinin kahveyi yaptığını işaret eden tiz sesle kendime gelirken kahveleri alıp ofise geri döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yönetici Kalp- BxB
General FictionYeni yöneticisinin gelmesiyle birlikte Can'ın iş hayatı oldukça zorlu geçecek.