Hope Andrea Mikaelson
Sekiz Ay Sonra
Geçmiştekiler, önsözdür; William Shaekspeare, ve hayatımda iz bırakan şu eserleri. Sanki hayatımın her yanından eserlerine bir anlam yaratabiliyordum. İki yanı da kıyaslayınca pek şanslı sayılmazdım galiba, ondan bu olanların hepsi. Ama sıra Shaekspeare'in şu sözlerine gelince... Geçmiştekiler önsözdür, daha çok bir fragman gibi yani. Çünkü artık sıra çok daha kötülerinde!
Aralardan içeriye sızan güneş ışıkları ve yine bu saatler de New Orleans sokaklarını inleten sanatçılara karşı neşeyle kulağımdaki telefonu düşürmeyerek yatağın içinde dolanıyordum adeta. Eh... Babam dolaylı yoldan kral sayılır sonuçta, annem de kraliçe. Nihayet on dokuz da bitmek üzere, dünyanın en yakışıklı erkek arkadaşına sahibim, bir genç kız daha ne ister ki? Gerçi daha önce Annem'i öldürmüştü bir nevi, benim de peşime düşmüştü, o dostlarımı da incitmişti hatta. Ama ne önemi var ki? Geçmişte ne yaşandıysa yaşandı ama olay da bu ya, geçmişte kaldı hepsi. Biz birbirimizi seviyoruz, sadece birbirimize ait olabiliriz, önemli olan tek şey bu!
"Aramızdaki tek sorun mesafeler olsaydı keşke, ama yine çok özledim seni."
"Ben de seni çok özledim, yanında olabilseydim keşke."
"Sürekli keşke demekten ne kadar nefret ettiğimi bilemezsin, sevgilim."
"İnan bana bilebilirim, Mikaelson cadısı."
"Yani bu Antoinette'in ki de ne ruhsal çöküşmüş!? Sekiz ay oldu hani, salsa mı artık seni!"
"Sekiz ay mı? Hope... İki buçuk yıl oldu, iyi misin sen?"
Ansızın ortadan çatlayan Roman ile resmimizin olduğu çerçevenin beraberinde Roman'ın bu sözleriyle aynadaki yansımama kitlenirken öylece kalakalmıştım. İki buçuk yıl mı dedi o!? Ama, bu, nasıl olur... Sekiz ay oldu gideli daha, sekiz ya, sekiz. Telefonun diğer ucunda kalan Roman'ın sesi bozuk plak gibi gidip gelmeye başladığı sıralarda aniden çalan kapıyla içeriye girerek yaklaşan Annem'in varlığıyla telefonu indirdim usulca.
"Dilenciler ölürken kuyruklu yıldızlar görünmeye cesaret edemez, çünkü amansız gelen ölümler tutuşturur gökleri."
"Anne? Anlamadım? Nasıl yani?"
"Shaekspeare diyorum, kitapların nerede bu sefer?"
"Ah, Shaekspeare, tabii ya, bir tuhafsın anne."
"Arka arkaya taktığın maskeleri bırakmaya ne dersin Andrea? Bu iyilik meleği halleri sana hiç yakışmıyor, neden içindeki gerçeği salmıyorsun artık?"
Ah, nereden tanıdık geliyor bu sözler bana? Dilencilerin kuyruklu yıldızları, göklerin sebep olduğu ölümler ve arkalarındaki maskeler. Tabii ya, işte şimdi hatırladım. Daha küçükken ilgim vardı Shaekspeare'e zaten, o zamanlar öyle bir merakla defter oluşturdum kendime. İlk satırlarında bu sözler vardı. Herkese bu sözlerden oluşan kitap olduğunu söylemiştim, adı da ölülerle yaşamaktı. Tuhaf... Ama tuhaf olan hangi birisi seçemiyorum artık doğrusu.
Tekrarla... Kuyruklu yıldızlar, ölümler ve maskeler. Geriye kalan tek şey ise Annem'de tuhaf bir şeylerin döndüğü gerçeği sanırım. Bir süre boyunca okyanusun derinlerinde beni boğan düşünceler olmuştu sadece. Ve onlardan kurtulmayı başararak kafamı kaldırdığım anlarda ise Annem çoktan gitmişti. Önce ansızın saran panikle etrafıma bakındım ama varlığını dahi hissedemiyordum artık. Sonraysa paniğin yerini almaya başlayan tuhaf bir hisle aralık olan kapıyı aşarak koridor da ilerlemeye başladığımda çok geçmeden hayatım boyunca bir daha göreceğimi sanmadığım insanlar konvoy halinde yanımdan geçerek selam vermişlerdi resmen.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Doğaüstü Serisi {Miraslar}Karanlığın Mirasları
Fiksi PenggemarMiraslar. Klaus Mikaelson'nın mirası Hope Andrea Mikaelson. Alaric Saltzman'ın mirasları Josette 'Josie' Saltzman ile Elizabeth 'Lizzie' Saltzman. Malachai 'Kai' Parker'ın mirası Jacques Parker. Bu bir hikaye. Geçmiş ve gelecek de, yaşanan ve yaşan...