Dean Winchester
Üç Gün Sonra
İster gerçeği kabullen, istersen reddet, ama doğanın düzeni bu... Aslanlar kendi tarihlerini yazmadığı sürece avcı hikayeleri avcıları yüceltecektir; Ve şunu da unutma, kartalın aslanı av zannetmesi ise yükseklikten değil, körlüktendir.
Benim adım Dean Winchester, yaşamaması gereken bir adamım, ve tanrının yeryüzündeki lanetiyim.
Daha kaderim ben doğmadan önce yazılmış halbuki. Annem bir avcıydı, ki ataları da öyle, Babam da onun vesilesiyle dolaylı yoldan bu hayata sapmış zaten. O geceyi hatırlıyordum, tanrının bize yazdığı lanetin başladığı geceyi. O sarı gözlü iblis, Azazel, annemizi öldürdü. Babam hayatımızı cehennem çukurlarına sürükleyecek bir intikam yemini etti, ama bu da Sammy'nin etrafını saran ve hayatımız boyunca iz bırakacak laneti anlamamıza engel oldu. O günden beri bununla savaşıyoruz, yani tanrıyla. Ah, en büyük korkum ise günün birinde bununla yalnız savaşmak zorunda kalmaktı.
Usulca gözlerimi ovuşturarak yataktan kalktığımda beşiğinde yatan küçük Sammy'nin hala uyuduğunu görmüştüm. Etrafa göz gezdirdiğimde dağınık oyuncaklardan başka pek birşey yoktu zaten, komodinin üzerindeki annem ile çekindiğimiz resimle tebessüm etmeden de edemedim. Hemen ardından da yataktan çıkarak çıplak ayaklarımla kapıya doğru ilerlerken arkadan tuhaf bir ses duymuştum.
"Hey, küçük adam, Dean Winchester!"
"Ne diye inat ediyorsun ki hala? Tanrıya karşı koyabileceğini mi sanıyorsun gerçekten? Ah, Dean, biliyorsun, doğanın düzeni bu çocuğum, kaçamazsın."
"İşte, ölüm çiçekleri açmaya başlıyor, zamanın doluyor artık!"
İçime korku salan seslerden uzaklaşmaya çalışırken koridora attım kendimi, çok geçmeden de tuhaf bir şekilde koridorun sonunda kalan aynanın önüne varmıştım. Fakat daha tuhafı, aynadaki yansımada annemin öldürüldüğü geceden yedi yaşındaki halim vardı. İstemsizce garipsedim bu durumu, sonraysa koşar adımlarla tek tek malikanedeki odaları gezerek Babam'ı aramaya koyuldum ısrarla.
"Baba... Baba! Neredesin!? Bulamıyorum seni baba, yardım et bana."
Ama, onu, bulamadım. Ve bir yerden sonra da, artık çaresizce pes ederek odama dönmeye karar verdim. Fakat kapımın önüne vardığımda tuhaf birşey vardı, sonuna kadar açık olan kapı aralıktı. Gerçekten bu tuhaf mıydı? Yoksa kafamda falan mı kuruyordum bir şeyleri? Bilemedim yine, o kapıyı açmaya da cesaret edemedim açıkcası. Bir süre boyunca derin bir nefes alarak beklemeyi tercih ettiğimde esnada aniden içimi saran o korku gitgide daha da güçlenirken yanımda birisinin belirerek bana baktığını fark etmiştim. Orta yaşlarda birisi bu sanırım, üzerinde eski dönemlerden kalma bir takım elbise ve bir de tuhaf bir şapka. O, aslında, bendim. Karşımdaki adam tıpkı bana benziyordu, ama ben olmadığımı anlamam da uzun sürmemişti gerçi. Nereden anladığımı soracak olursanız da... Gözlerinden, onlar kendisini ele veriyordu, ben bir iblisim diye bağırıyordu.
"Hadi, Dean. Ruhundan vazgeç ve bitsin bu iş. Diğer türlüsünü ikimizde istemeyiz, değil mi? Yoksa sıra diğerlerine mi gelsin istiyorsun?"
Onun bu sözlerine karşı derinlerde daha da yükselmeye devam eden korku ve adrenalinle aniden kapıyı açarak içeriye daldım. Fakat karşımdaki manzara beklediğimden biraz daha farklıydı, pembe ve beyaz tonlarıyle dekore edilmiş bir bebek odasıydı burası. Dahası da var ne yazık ki, her yer de kan vardı. Özellikle o köşedeki beyaz duvar, aile fotoğraflarıyla süslenmiş, ama kandan fotoğraftaki insanlar bile gözükmüyordu. Kim yapar ki böyle bir caniliği?
![](https://img.wattpad.com/cover/158344947-288-k742836.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Doğaüstü Serisi {Miraslar}Karanlığın Mirasları
FanfictionMiraslar. Klaus Mikaelson'nın mirası Hope Andrea Mikaelson. Alaric Saltzman'ın mirasları Josette 'Josie' Saltzman ile Elizabeth 'Lizzie' Saltzman. Malachai 'Kai' Parker'ın mirası Jacques Parker. Bu bir hikaye. Geçmiş ve gelecek de, yaşanan ve yaşan...