Bir hastane odasını andırıyordum. O odada nice hayatlar can buluyor, nice canlar son buluyordu. Ruhlar hapsolmuş, kapı eşiğinden dolu koridorlara bakıyordu. Geçip giden sedyeler, her bir hayatı temsil ediyordu.
Bunu annemde görmüştüm. Onu bir sedyeyle yanımızdan geçirirlerken kan kusmuştu. Küçük olan yaşıma rağmen, öleceğini kabullenmiştim. O koridor da henüz daha yeni tanıştığım inanç faktörü o kadar ağır basmıştı ki... Bence kişinin imanının en net olduğu yer bir yoğun bakım kapısının önüydü. Tanrıyla arasında ki perdenin kalktığı ve iyi şeylerin olması için saatlerce yalvardığı... Bu dünyanın en çaresiz hissiydi.
Aklıma dedemin sessizce bir köşede gözyaşını silmesi geldi. Bu onun hüzün dolu ikinci vedasıydı. Daha önce küçük yaşlarda bir kızı boğularak can vermişti. Bize en çok o kızını ve annemi sevdiğini söylerdi hep. İçinde kabuk tutmuş bir yara olarak kalan bu kayıp şimdi tekrardan kanamaya başlamıştı. O gün dünya bizden birilerinin başına yıkılmıştı.
Akan gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. Neredeyse on altı sene olacaktı ama sanki dün gibiydi. Acı asla bayatlamıyor, kaldıkça daha çok tazeleniyordu. Şimdi bir ağacın gövdesine sırtımı yaslamış, karanlığın önüme serdiği düşüncelerle cebelleşiyordum. Mesafe oldukça kısalmış, kasabanın ışıkları daha net gözüküyordu. Uzun bir zaman aralıksız koştuğumda ciğerlerim patlayacak duruma gelmişti. Boğazım alev alev yanıyordu. Yine de günler sonra gelen özgürlük umudu kanımı tazeliyordu.
Bir yandan da üstümde ince bir havluyla bu deli yolculuğa çıkmanın riskini tartıyordum. Banyodan çıkıp beni o yatakta bulamadığında ne hissetmişti acaba? Peşime düştüğüne dair hala bir belirti yoktu. Beni bu ormanın ortasında kaderime terk etmiş olabilir miydi? Aklıma kapıyı üstüne kilitleyip, anahtarı bahçenin bir taraflarına savurduğum gelince bu ihtimalden uzaklaşmıştım. Hala kurtuluş için vakit vardı.
Ayaklarımın altı kanayacak duruma gelmişti ama başka çarem yoktu. Kendimi biraz daha zorlayıp ayağa kalktım. Nefes alışverişlerim o kadar hızlı ve kontrolsüzdü ki düzene koymam zaman almıştı. Yola yakın olacak şekilde adımlamaya başladım. Kendimi ifşa etmemek adına hala ağaçlar arasında ilerliyordum ama bir yandan da yönümü kaybetmek istemiyordum. Son bir kez çevreyi kontrol edip sesleri dinledim. Gecenin karanlığı o kadar baskındı ki kenarda duran neon yol haritası araç gereçleri olmasa göz gözü görmüyordu. Çıktığımdan beri hiç araba geçmemişti. Tenha bir yolda gece, güvenilmez bir ülkede, peşimde bir katille... Negatif enerjiyi yok etmeye çalıştım ama çok baskındı. Yine de pes etmedim ve adımlarımı hızlandırdım.
Bir süre sonra yalın ayak çalılara takıla takıla koşmaya başlamıştım. Bir elimi havludan hiç ayırmadım. Çırılçıplak kalmak isteyeceğim son şey bile değildi. Nefes nefese kaldığımda destek almak istercesine boşta kalan elimi dizime koydum ve devam ettim. Yokuş aşağı olabildiğince temkinli ve hızlı hareket etmeye çalışıyordum.
Artık durmam gerektiğinde bir sokak lambasının altındaydım. Boğazım yanıyor, kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Eğer biraz daha duraksarsam muhtemelen bayılacaktım. Kendime bir kaç saniye ayırdım ve toparlanmaya çalıştım. Kulağıma ilişen bir kalabalık sesi vardı ama yakın değildi. Etrafta kimsenin olmaması beni tedirgin ediyordu. Sesin kaynağına ilerlemeye başladım sokaklardan geçerken, elimi evin duvarlarına sürte sürte gittim. Bazı evlerin ışıkları yanıyordu ama çoğunluğu karanlıktaydı. Kasabanın ışıklarını yitirmeyecek şekilde ilerlerken sonunda bir meydana denk gelmiştim. Bir çocuk yanımdan geçip gitti ama beni fark etmedi. Anlamsız bakışlarımı yakalayan kimse yoktu. Çocuklar ellerinde ki oyuncaklarla oyunlara dalarken büyükler sandalyelere oturmuştu.
![](https://img.wattpad.com/cover/325416322-288-k717383.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SINIRDAKİ YABANCI +18
General FictionBU HİKAYENİN BİR ÇOK KISMINDA RAHATSIZ EDİCİ İÇERİK BULUNMAKTADIR. "Teninde bir ilkbahar havası ama için kar kış. Gözlerin yorgun, ruhun darmadağın. Korkuyla baktığın bu yollar senin kaderin, bu gözler senin katilin." Bakışlarında bir kasvet, kehane...