Durian Meyvesi

6K 337 5
                                    

"Sana ne oldu böyle Kürşat? Delirdin mi sen, böyle sarhoş haldeyken neden araba kullanıyorsun? Kaza yapıp ölebilirdin."

Kürşat'ın üzerinden leş gibi içki kokusu geliyordu. Kapıya sırtını dayamış ve gözlerini kapatıp sızmıştı. Üzerindeki beyaz gömleğin düğmeleri göğsüne kadar açıktı. Koyu renk takım elbisesi, üzerinde her zamanki gibi ütülü durmuyor, bir el bezi gibi buruşuk görünüyordu. Kürşat şu haliyle çok acınası bir haldeydi.

Kürşat sorularımı yanıtsız bıraktı, acaba onun küfelik olacak kadar içmesinin sebebi neydi? Onu bu halde kapının önünde bırakamazdım, eğer bırakırsam ayağıma kadar gelen aramızdaki komşuluk ilişkilerini geliştirme fırsatını kaçırmış olurdum.

Evinin anahtarını bulmak amacıyla ceketinin ceplerine yoklamaya başladım ama anahtar orada değildi, sadece araba anahtarı ve cep telefonu vardı. Ben de çekinerek elimi pantalonun cebine soktum, orada da bulamayınca diğer cebini denedim. Kahretsin bu adam evin anahtarını nereye koymuştu?

Geriye bakmam gereken bir yer kalmıştı. Onu zorla öne doğru eğip pantalonun arka ceplerini yokladım. Aramanın sonucu hüsranla sonuçlandı, sadece cüzdanı buradaydı. Ne yapalım artık iş başa düşmüştü.

Kolunu kaldırıp altına girdim, tüm gücümle onu yerden kaldırmaya çalıştım ama başaramadım. Onu yerden kaldırabilmek için bana biraz destek olması gerekiyordu.

Ona seslenerek iki yanağına hafifçe tokat attım. "Gözünü açman gerekiyor Kürşat, yoksa seni kapının önünde bırakırım."

Evet yapardım ve bunun için hiç vicdan azabı duymazdım. Sonuçta o pek çok kişinin uyuşturucuyla zehirlenmesinden ve en az bir kişinin ölümünden sorumluydu. Vahşice bir ölüm hem de. Ama Çetin Müdür bana bir görev vermişti ve verilen emre göre Kürşat'a iyi davranmam gerekiyordu.

Yanaklarına tokat atmaya devam ettim, bana mısın demiyordu. Geceyi burada geçirmeye kararlıydı anlaşılan. Okan Gülmez'in ölüm şekli birden aklıma gelince sanki ondan hıncımı almak istercesine sağ yanağına sert bir Osmanlı tokadı patlattım. Ona o kadar hızlı vurmuştum ki, yanağında beş parmağımın izi çıkmıştı, yarın kesin yanağında bir morlukla uyanacaktı.

Ama işe yaramıştı, kirpiklerini kırpıştırarak gözlerini açtı. Gözlerinin içi kan çanağına dönmüştü, neden bu kadar çok içme ihtiyacı hissetmişti?

"Neler oluyor, nerdeyim ben?"

Ona kaşlarımı çatarak baktım.

"Cehennemin dibindesin. Hadi bana yardımcı ol da seni içeri taşıyım."

"İstemez! Hiç bir yere taşınmak istemiyorum."

Kendinde değilken bile huysuzdu.

"Sabah kalktığımda alkol komasına girmiş birinin cesedini kapımın önünde bulmak istemiyorum. Senin yüzünden başım polisle belaya girer sonra. Hayır efendim kalkacaksın, hem evin anahtarları nerede? Üzerini aradım ama bulamadım."

Kürşat gözlerini dudaklarıma dikmiş ben konuşurken sessizce dinliyordu. Söylediklerimi yeni anlamış gibi biraz zaman geçince soruma "Bilmiyorum," diye cevap verdi.

Tekrar koltuğunun altına girip tüm gücümle onu yerden kaldırmaya çalıştım. Biraz insafa gelmiş olacak ki kalan gücünü duvardan tutunarak kendini ayağa kaldırmak için harcadı.

Minik ve dikkatli adımlarla evin içine doğru ilerlerken onu sıkıca tutmaya devam ediyordum. Salona kadar bu şekilde ilerlemeyi başardık, hedefe ulaştığımızda onu yavaşça koltuğun üzerine bıraktım. Buraya kadar yürümek tüm gücünü tüketmişçesine gözlerini kapattı ve uyumaya devam etti.

ÇAKIR (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin