Otuz ikinci bölüm
Önemli olan yere düşüp düşmemen değil, tekrar ayağa kalkıp kalkmamandır. –Vince Lombardini
Selaam:)
Aslında bu bölüm epey bir uzundu, sizi biraz da bu yüzden beklettim maalesef. Fakat o uzunlukta bu bölümü atsaydım, yeni bölüm için yine bekleyecektiniz. Ben de ikiye böldüm, diğer bölümü de yakın zamanda atacağım.
Sevgilerimle. x-Z
***
Hayatta bazı anlar, bazı duygular olur; tüm hikayeyi sorgularsınız. İçinizde hissettikleriniz yabancı duygulardan ibaret olabilir, korkmayın, bazen yabancı sandığımız şeyler aslında hayatınızın tamamı haline gelebilir.
Bir çocuk düşünün, sevgi dolu ve olanaklı bir ailede yetişmiş. Aman üzülmesin diye her istediği yapılmış, hissetmesin diye kötü ortamlardan uzaklaştırılmış bir çocuk...
O çocuk, acı ya da üzüntü ne bilir mi?
Hayatında hiç acı çekmemiş birine kendi yaralarınızı açarsanız, o yaranız daha da kanar. Kendi hayatınızı, hikayenizi sorgularsınız.
Başka bir açıdan düşünelim, kendi hayatımdan örnek vereyim hatta.
Hiç sevilmemiş, kavga ve acı dolu bir ortamda esir gibi büyüyen bir çocuğum ben. Alışılmışım bu, alıştırılmışım.
Alışkanlığın aksine, sevgi ve mutluluk dolu bir ortamda olunca istemsizce sorular tünedi kafamda. Bunlar nasıl duygular, çok yabancı diye düşündüğüm anlar oldu.
Acı yerine aşkı, korku yerine mutluluğu ve esaret yerine özgürlüğü hissedince bulunduğum ömre bile yabancı hissettim.
Ben bunca zamandır ne için yaşadım, ne yaptım diye kendime yabancı oldum.
O çocuk mesela, başkasının acısıyla karşılaşınca geçirdiği ömrünü sorgulamaz mı? Ben bunca zamandır ne için yaşadım, başka dünyalara yabancı kaldım demez mi?
Bunun gibi bir sürü örnek doludur hayatta, üniversitede tam not aldığım tek ders buydu mesela. Kendimle bağdaştırmıştım, inanılır gibi değil hatta ama o derste söz hakkı alıp okuduğum bir kitaptan örnek bile vermiştim.
Tatlı su balıkları, demiştim. Yaşadığı, alıştığı, ve adapte olduğu ortamın değiştirilmesi onu nasıl etkiler? Tatlı sudan alınıp tuzlu suya konulunca ne olur onlara?
Kimse cevap vermemişti, şaşırmamıştım çünkü zaten kimse birbirini sevmez ve konuşmazdı. Haliyle öğretmen yanıtlamıştı, ölürler demişti.
Evet, bir süre sonra ölürlerdi.
O çocuk hayatın gerçekleriyle yüzleştiğinde ve ileride bir gün acıyla karşılaştığında bunu kaldırması daha da zorlaşır, yabancı olduğu bir şeyin altından nasıl kalkabilir ki?
Çok kısa bir zaman sonra, muhtemelen yaşadığı acıya dayanamayıp sorguladığı hayatından vazgeçebilirdi. Ya da benim gibi acıya alışmış birisi, tanımadığı huzuru tattığında depersonalizasyon yaşayabilirdi. Yani kendine karşı da yabancılaşabilirdi.
Şükür ki, daha öyle bir şey yaşamamıştım.
Evet, şu an hissettiğim huzur ve saf mutluluk bana epey yabancı geliyordu ama kendimle barışık bir insandım. Ve hatta, artık hayatla da barışmışım gibi hissediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Özgürlüğe Aşık Gökyüzü
Teen FictionHayatı kısıtlanmakla geçen Gökyüzü, nadir bir hastalığa yakalandığını öğrenir. Daha önce bir kez olsun yaşadığını hissetmemiştir, hapsedilmiş bir kuş gibidir ve Özgür, ona kanat çırpmayı öğretecektir. Fakat Gökyüzü, sırf özgür olabilmek için çıktığı...