Kırk birinci bölüm - yeni sezon
Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden bilebilirsin, hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını? -Şems-i Tebrizi
***
Sıcak.
Yüzüme çarpan alevlerin dumanı, bana hala yaşıyor olduğumu hatırlatmıştı. Genzimdeki iğrenç o tat, yangın isiydi.
Gözlerimin içindeki buzdan duvara inat, kalbim alev alevdi.
Bakışlarımı simsiyah kasvetli bulutlarla kaplı gökyüzünden yeryüzüne çevirdim, cehennemdeymişim gibi alevler arasında yarı çıplak yatıyordum. Yavaşça doğrulmaya çalıştım, tüm kemiklerim kırılmış gibi hissediyordum.
"Asaf?" diye bir ses duyduğumda irkilerek bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdim. "Güneş..." dedim gördüğüme inanamazken, tam karşımda duruyordu. Sapsarı kısacık saçları, kan akan minik burnu, duman isinin kararttığı yüzü ve elinden asla düşürmediği oyuncak civcivi ile öylece bana bakıyordu.
"Bul kendini," dediğinde ayaklanmaya çalıştım. Gözümü saniyelik ondan ayırmıştım sadece, birden yok oluvermişti. Etrafıma bakındım, az önce bulunduğu yere koştum ama her yer ateşler içinde olduğu için göremiyordum. Birden nasıl yok olmuştu?
O sırada bir gök gürültüsü yankılandı ormanda, kuşlar kanat çırparak kaçmıştı. Yıldırımın düştüğü yöne doğru ilerlemeye başladım, gerçeklikten çok uzaktım.
"Alçık balçık," diye bir çocuk sesi duyunca bakışlarım oraya çevrildi. "Sen bu oyundan..." diyen Güneş'in minik parmağı önce kendisini, ardından yanındaki küçük Asaf'ı göstermişti.
"Çıktın," diyerek birden bulunduğum yere döndü ve o minik parmağını suçlarcasına bana çevirdi. Küfrederek birkaç adım daha geriledim. İkisinin de bana öfkeli gözlerle bakması bir yana, beni nasıl görebiliyorlardı?
"Bizi kendine esir ettin, özgürlüğümü aldın elimden!" diye öfkeyle ayaklandı küçük Asaf ya da Özgür. Ne diyeceğimi bilemedim, nefesimi tuttuğumu bile daha yeni fark ediyordum.
"Sen beni, içindeki çocuğu öldürdün. Özgür olacaksın dedin, sonsuza kadar vicdanına esir ettin! Sözünü tutmadın, karanlıklar aydınlanmadı! Daha da karanlıktayız!" diye bağırarak gözlerinden süzülen yaşları sildi. Süzülen yaşlar, kan kırmızısıydı.
"Bana hiç yalan söylemezdin, Köbbe Dudak." diye mırıldanarak Güneş de ayaklandı. Onun bakışlarındaki öfkenin arasında büyük bir hayal kırıklığı vardı, dünyası başına yıkılmış gibi bakıyordu bana.
"Geçmişimi benden nasıl gizleyebilirsin? Bunu bana nasıl yaparsın?" dediğinde gözlerim kocaman açıldı çünkü küçük Güneş, birden Gökyüzü'ne dönüşmüştü.
"Ailemi benden nasıl saklarsın, Özgür?" dedi ve bana doğru yaklaşmaya başladı. O bana ne zaman gelse, ben öylece durur beklerdim kalplerimizin yakınlaşmasını. Ama o an, bana yaklaşması sonum gibiydi.
"O bahçede sonsuz yalnızlığa hapsettin sen, beni nasıl bırakırsın?" dedi ve bir adım daha attı. İstemsizce geriliyordum çünkü gerçek olamayacak kadar korkunç bir anın içindeydim, bu bir kabus olmalıydı.
"Bana beni sevdiğini söyledin, kandırdın. Yaptığın tek şey, beni kullanmaktı!" dedikten sonra üstüme atılınca arkamı döndüm ve koşabildiğim kadar hızlı koşmaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Özgürlüğe Aşık Gökyüzü
Teen FictionHayatı kısıtlanmakla geçen Gökyüzü, nadir bir hastalığa yakalandığını öğrenir. Daha önce bir kez olsun yaşadığını hissetmemiştir, hapsedilmiş bir kuş gibidir ve Özgür, ona kanat çırpmayı öğretecektir. Fakat Gökyüzü, sırf özgür olabilmek için çıktığı...