25 Nisan akşam 19.00 ile 26 nisam akşam 20.00 arası Elizabeth Donnell'in hayatındaki en kötü saatlerdi. İş yerinde gerçekten berbat bir gün geçiriyordu ve sabırsızlıkla beklediği tek şey, tüm gün görümcesi Prudence ile dışarı olan iki yaşındaki çocuğuyla birlikte çizgi film izlemek için eve gitmekti. Elizabeth, küçük kızının parkta, oyuncak dükkanında ve London Eye'da çekilmiş çok tatlı fotoğraflarından oluşan çok sayıda mesaj almıştı.
Ancak günün sonuna doğru Prıdence'tan mesaj almayı tamamen bırakmıştı. Bir süreliğine bu düşünceyi aklından uzaklaştırmıştı -kendi kendine dışarıda harika bir gün geçirdiklerini ve mesaj atamayacak kadar eğlenmekle meşgul olduklarını söylüyordu- ama bir şeylerin ters gittiği fikrini görmezden gelmek giderek zorlaştırıyordu.
Prudence'ı kanepede ağlarken bulmak için eve döndüğünde, gerçekten de bir şeylerin ters gittiğini biliyordu.
Elizabeth bütün gece uyumadı. Her şey korkunç, kaçınılmaz bri kabus gibiydi. Tanıdığı herkesi aradı, polis karakolunu, oyuncakçıyı aradı, sanki kimse çocuğunu hiçbir yerde görmemiş gibiydi. Gecenin ikinci yarısının çoğunu -Maisie'nin izini kaybettiği için kendinden nefret etme döngüsüne giren- Prudence'ı teselli ederek geçirdi ki bu kesinlikle yapmak istediği son şeydi.
Şans eseri Prudence sabah ilk iş olarak uçağa binecelti.
Güneş doğar doğmaz Elizabeth aramaya çıkmıştı. Yukarıyı, aşağıyı, uzayı ve her yeri aradı ama hiçbir yerde küçük Maisie'den herhangi bir iz yok gibi görünüyordu. Gün boyunca umudu giderek azaldıkça, en kötüsünü hayal etmemek için elinden geleni yaptı. Bun bir olasılık olarak görmediği için kendini azarladı; Maisie her zaman bir koşucu olmuştu ve Prıdence hiçbir zaman yapması gerektiği zaman dikkatini verme konusunda en iyi kişi olmamıştı. Londra çok büyük bir şehirdi ve Elizabeth, bebeğinin tekrar kollarına almasının ne kadar zaman alacağı konusunda acı çekiyordu.
O gün aramaya, güneş batarken kendini yeniden bulduğu St. James Parkı'ndan başlamıştı. Bir bankta oturdu, sonunda duygularının kendisine yetişmesine izin verdi ve uzun zamandır ilk kez dua etmişti.
Bir mucizenin gerçeklemesi için dua etmişti.
Sessiz duasından sadece birkaç dakika sonra, umutsuzca bankta oturup London Eye'ın dönüşünü ve uzakta parıldamasını izlerken bir şey duyduğuna yemin edebilirdi. Tanıdık bir çığlık ona uzanıyordu. Bir ses ona sesleniyordu. Ses yakındaydı. O yakındaydı.
Böylece Elizabeth gözlerini sildi ve onu London Eye'a götürecek bir taksi çağırmak için sağlam botlarının taşıyabildiği kadar hızla koştı.
Geldiğinde bölgeyi elinden geldiğince taradı. İlk bakışta pek de sıra dışı bir şey yokmuş gibi görünüyordu. İnsanlar işlerine gidiyor, gülümsüyor, işaret ediyor, birlikte gülüyorlardı.
Ortalıkta amaçsızca dolaşan ve oldukça sıkıntılı görünen küçük kıza kimse aldırış etmiyordu.
Birbirlerini aynı anda gördüler ve Elizabeth'in yüreği ağzına geldi. Gözleri hemen yaşlarla doldu.
"Anne!" Maisie bağırdı ve onun kollarına koştu. Elizabeth onu sımsıkı tutuyordu, yaşadığı sürece asla bırakmamaya karalıydı. Çocuğunun omzunda ağladı ve Maisie canı pahasına tutundu.
"Çok özür dilerim, canım. Ben çok üzgünüm. İyi misin? Yaralandın mı?" ağladı. Yirmi dört saat sonra ilk kez düzgün nefes alabiliyordu. Bir günü kaçırdığı için Maisie son derece normal görünüyordu. Hatta mutluydu. Elizabeth buna çok sevindi. "Nerelerdeydin? Her yerde seni arıyordum!"
Maisie tekrar, "Anne," dedi ve arkasını işaret etti. "Bak."
Elizabeth neyi işaret ettiğini görmek için döndüğünde ilk kez yerde bir elektrik direğinin yanına çökmüş adamı fark etti. Kimse ona dikkat etmiyor ya da önemsiyor gibi görünmüyordu ama tuhaf bir şekilde ona tanıdık geliyordu.
Adam için duyduğu endişe yüzünden içindeki mutlak rahatlama ve neşe biraz da olsa solmaya başlayınca Elizabeth koşarak Maisie'yi yere bıraktı ve onun yanına diz çöktü. Bilincinin yerinde olmadığı belliydi ama hiç kan yoktu, bunun iyi bir işaret olduğunu umuyordu. Nefes alıyordu ve nabzı atıyordu ki bu kesinlikle iyiye işaretti ve o... o kadar tanıdıktı ki. Onu nereden tanıyordu? Yakın zamanda tesadüfen karşılaşmışlar mıydı? Bu gözlükleri daha önce gördüğüne yemin edebilirdi. Onu uyandırmak için yüzüne hafifçe vurdu.
"Beyefendi? Beyefendi, iyi misiniz? Beni duyabiliyor musunuz?"
Yanıt yoktu. Maisie de onun yanında diz çökmüştü, belli ki endişeliydi ve onu canlandırmak için kolundan çekiştiriyordu. Elizabeth büyük bir dikkatle gözlüğünü çıkardı ve beyin sarsıntısı geçirip geçirmediğini kontrol etmek için anahtarının fenerini çıkardı. Adam kıpırdamadı ve bu iyiye işaret gibi görünmüyordu.
Yavaşça ve nazikçe, gözlerinden birini açmaya zorladı ve anılar bir anda aklına akın ederken anında nefesi kesildi -karlı bir gün, umutsuz ve yalnız hissetme; onunla birlikte beklemeyi teklif eden bir yabancının nezaketi; bir sihirbaz gibi cebinden çıkardığı şapka ve eldivenleri ve o gözler. Altın renginde, yılan gözlerine benzeyen gözler. O zamana kadar onun kesinlikle insan olmadığı ve belki de bir uzaylı olduğunu anlayacak kadar bilim kurgu ve fantastik kitap okumuştu.
O zamankiyle tamamen aynı görünüyordu. Saçlarının uzunluğu değişmiş ve giydiği kıyafetler zamana daha uygun bir hale getirilmişti ama bu hiç şüphesiz 1995'in o korkunç kışında ona yardım eden kişiydi. Bu asla unutabileceği bir şey değildi.
Bir süre sonra kıpırdandı ve Elizabeth daha dik oturdu. Eğer uyanıyorsa bu iyi bir şey olmalıydı.
"Beyefendi? Beyefendi, beni duyabiliyor musunuz?"
İnledi, sanki çok acı çekiyormuş ya da başı dönüyormuş gibi gözlerini sımsıkı kapattı. Maisie biraz da olsa ağlamaya başladı ve gözleri aniden açıldı.
O da Elizabeth'i tanıyor gibiydi ama ondan herhangi bir yardım almayı kabul etmekte isteksizdi. İyi olduğunu iddia etti. Onu tanıyıp tanımadığını sordu. Tekrar yere düştü.
Elizabeth içini çekerek hızla çalışan zihnini sakinleştirmeye ve ona yardım etmenin en iyi yolunu bulmaya çalıştı. Eğer o bir uzaylıysa, ambulans çağırmanın söz konusu olamayacağından oldukça emindi. Hastaneye yapılacak bir ziyaret muhtemelen onu kilit altında tutulup üzerinde deney yapılmasına neden olabilirdi. Hayır, bu iyi olmaz.
Keşke onun sorununun ne olduğunu bilseydi. Keşke ona sorabilseydi... ama ne yazık ki şu an için bu pek mümkün görünmüyordu. Bu yüzden beklemeye karar verdi. Bir plan yapana kadar bekleyecekti. O uyuyana kadar bekleyecekti. Durum hakkında kendisinden daha iyi fikir sahibi olan daha nitelikli birinin ortaya çıkmasını bekleyecekti.
Ne olursa olsun beklemeye karar verdi. Sonuçta, bunca yıl önce onunla birlikte bekleyen kişi oydu. İyiliğine karşılık verme zamanı gelmişti.
*03.01.2024*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rest Of Their Lives: Godfathers (Again) /Crowzire
FanficRest Of Their Lives serisinin üçüncü kitabıdır. *Çeviridir *Tamamlandı *** Crowley ve Aziraphale, Dünyanın-pek-sonu-olmayan sonundan bu yana neredeyse bir yıldır barışın tadını çıkarıyorlardı. Bahar tüm hızıyla devam ediyor ve olaysızlıkla belli b...