Bölüm Şarkıları: Nesrin Sipahi ~Ankara Rüzgârı
Bolahenk ~Kartallar Yalnız Uçar
Cengiz Özkan ~Değme FelekYorumlarınızı eksik etmeyiniz, iyi okumalar!
Bölüm 40: Kışın Bağrında Bir Yaz Sıcaklığı
Nasıl ki baharı bekleyen çiçekler günü geldiğinde açıyorsa inançlı bir kalp de sevdiğine kavuştuğunda er ya da geç açıyordu. Bilinmezliğin ortasında, ayrılığın kıyısında, uçurumdan düşmeye bir adım kala açan çiçekle kendini bir bahçenin orta yerinde bulurdun. Bazen bu his ilk kez aşık olduğunda ya da belki benim gibi tekrardan kavuştuğunda göğsüne yerleşiverirdi.
O gün onun gözlerine baktığımda korkunun her bir halini görebilmiştim. Zaten o vakitten sonra daha da bir üstüme titrer olmuştu sanki eskiden çok azmışçasına. İlk kez aşık olduğumuzda, yedi yıl sonra yeniden karşılaştığımızda ve o gün gözlerimi hastane odasında açtığımda bahar bizim için yeniden gelmiş, çiçekler tekrardan açmıştı. Kaybetmenin korkusu, bedene sirayet ettiği zaman imkânsızı baki kılardı.
Hastaneden çıktığım gün eve gelmiş ve iki gün sonra da hem okuldan hem mahalleden hem de öğrencilerden gelenler olmuştu. Herkesin korkmuş olması bir yana çocuklar içeri girer girmez beni gördükleri an ağlamaya başlamışlardı. Korkularının yanında bir de mahcubiyetleri de vardı.
Ellerinde çiçekleriyle gelmiş ağlaya ağlaya böyle olsun istemediklerini anlatmışlardı. Öyle ki o gün birbirlerini ittirmelerine sebep olan yoyoyu bile ağlar bir şekilde bana vermişlerdi. O saatten sonra hiçbir malın bir candan önemi yoktu onlar için. Bebek için resimler çizmişler ve verdikten sonra bir de onun için karnıma eğilip özür dilemeleri yok muydu, aklımı yitirecektim!
Ertuğrul ise köşede oturmuş kindar bakışlar atsa da içten içe onun da çok kızmadığını biliyordum. Küçücük çocuklara o vakitten sonra düşmanlık besleyecek değildi ya? Sadece artık benim onlara emanet olduğumu ve okulda özellikle herkesin bana dikkat etmesi gerektiğini söylemişti çocuklara. Kahramancılık oynamayı seven çocuklar ise bu görevi duyunca daha da bir mutlu olmuştu. Zaten o andan beridir de okula gittiğim süre boyunca arkamda gölgem gibi gezinip bana da sürekli annelerinin yaptığı şeylerden vermeye başlamışlardı. Anneleri benim için fazladan koyuyormuş beslenme çantalarına ve birlikte yiyince de mutlu oluyorlarmış. Onları yiyeyim diye zannımca bu kadar sevimlilik yapıyorlardı!
Aralık ayına girip yarılamıştık bile. Etrafta bir Ramazan Bayramı heyecanı dolmaya başlamıştı çünkü orucun bitmesine de az kalmıştı. Bu akşam oruç bitmeden mahallece oturup iftar açacaktık. Tabii ben ve Sümeyye oruç tutmuyorduk ama bu güzel güne mahalle halkıyla ortaklık edecektik. Sabahında çadır kurulmuş, masalar ve sandalyeler yerleştirilmiş, ısıtıcılar, ışıklar halledilmişti. Geriye sadece yemeklerimizi alıp akşam mahalleye inmek kalmıştı.
Akşama kadar ise biz de bebeğimizin odasını boyamaya karar vermiştik. Ertuğrul'un orucu bozulmasın diye odayı havalandırarak zaten boyanmış olan duvara desenler çiziyor ve onları boyuyorduk.
Pikaptan taşan ses, koridorda süzülüp her yerde bir izini bırakıp bu odaya kadar ulaşmıştı. Salınarak şarkıya eşlik ederken kendimi çok zorlamadan beyaz duvarın üzerine mor çiçekler çizip boyuyordum. Yuvarlanışımın üzerinden bir ay geçse de hâlâ ufak ufak ağrılar çektiğim oluyordu bu yüzden fazlaca dikkatli olmaya çalışıyordum. Kulağımın arkasındaki dikişi de saçlarımla kapatsam da Ertuğrul içi gide gide orayı öper koklardı. Canı yanıyordu oraya baktıkça. Her şeyde olduğu gibi burada da kendini suçlarken buluyordu. Ne yazık ki içinden bu özelliğini ondan çekip alamamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ankara'da Aşık Olmak
RomantikDoksanlı yıllarına heba olmuş bir aşkın öyküsüydü onlar. Davasına ve sevdasına düşkün olan adamın, sevdasından vazgeçmek zorunda kalışıydı... "Bana bir gün, ne davamdan ne yârimden geçerim, demiştin. Sen davana sadık kaldın da yârine sırtını döndün...