Yuvada geçen sonraki günlerde Adya, Kareyn ile ne kadar konuşmaya çalıştıysa da bir selamlaşma ve kuru iki sohbetin ötesine gidemedi. Soğukluğunun nedenini ya da ne düşündüğünü anlayamıyordu. O bir suikastçı olarak yetiştirilmişti, istediğinde ifadesiz, duygusuz ve ağzından tek kelime alınamayacak kadar ketum birine dönüşebiliyordu. Bu halini ilk kez Adya'ya gösteriyordu ve Adya bu muamele karşısında dumura uğramıştı.
Onu bir kere merdivenlerde yakalamış "Nasılsın, ne yapıyorsun?" diye sormuştu.
Kareyn de "İyi." deyip yanından geçip gitmişti.
Diğer gün Adya artık ne derdi var ise onunla yüzleşmeye karar vermişti. Odasına kadar gitmiş onu hiçbir yerde bulamamıştı. En sonunda hanın arka bahçesinde, mutfak ocakları için odun kırarken yakaladı.
"Konuşabilir miyiz?" Adya Kareyn'nin baltayı başının üstüne kaldırmasını ardından baltanın kütükleri ortadan ikiye ayırmasını izliyordu. Efor sarf edici bir iş olduğu belliydi. Kareyn soluklanmak ya da Adya'yı dinlemek için durmadı.
"İşim var Adya, sonra." diye de geçiştiriverdi.
Adya yok sayılmaya hiç alışık değildi. Kareyn'nin üstüne gitmeye, ters bir cevap duymaya da cesaret edemeden oradan ayrıldı. Başka zaman olsa başını kaldırır ve "Senin tek işin benim." derdi, ki öyleydi de ama o an kendini kendisi gibi hissetmiyordu. Lishey prensesi değildi artık, yeni konumunu da henüz kavrayamamıştı.
Dördüncü günde Adya saçlarını kesmek istedi. Bursha ne kadar karşı çıksa da eline aldığı amacının hiç de bu olmadığı anlaşılan demir makasla Adya'nın saçlarını omuzlarının üzerinde kesmek zorunda kaldı. Yere dökülen upuzun, siyah tutamlara bakarken "Yazık oldu." diye de hayıflandı.
Adya da üzülmüştü. Saçlarından çok Kareyn'nin onu yalnız bırakmasına üzülmüştü. Tuomas ve Chay de bilerek ortalıklarda görülmüyor, Adya'nın bulunduğu ortama girmiyorlardı. Şans eseri karşılaştıklarında konuşmadıkları, selam bile almadıkları olmuştu.
Kısa saçları ile daha az dikkat çektiğine göre hamama gidip güzelce yıkanmaya karar vermişti. Küvet her yerde bulunmuyordu. Nemli bir bez ve biraz sudan fazlasını istiyorsa gideceği yer belliydi. İki dost sokağa çıkıp başkent sokaklarında dolaştı. Geri döndüklerinde tertemizlerdi.
Beşinci günde burada kalacaksa bir şeyler yapması gerektiğine karar vererek barmen ile konuşmaya indi. Uzun sakallı adamın adı Harrison'dı ve aslında sevecen bir baba figürüydü. Herkes Adya'nın Tuomas ile ilişkisi var sanıyordu. O yüzden Adya'ya oldukça iyi davranmaya başlamışlardı. Anlaşılan Tuomas gerçekten de herkesin sevdiği biriydi ki onunla yakınlığı olması dahi Adya'yı diğerlerinin gözünde iyi biri yapmıştı.
"Yardım edilecek bir şey var mı?" diye sordu Adya. Bar tezgahına yaslanmıştı.
"Bu tarafta bir şey yok. Bir şey yapmak zorunda da değilsin zaten." Adam bir bezle bardakları parlatıyordu.
"Burada uyuyorum yemeğinizi yiyorum. Bedavadan. Hiç içime sinmiyor."
Harrison gülümsedi. "Sen hiç Tuomas gibi değilsin. O bedavan yiyip içmeye bayılır. Hiç sorun etmez."
"Böyle de canım sıkılıyor ama. Ne olur beni oyalayacak bir iş verin."
"Öyle olsun. Git arkaya mutfak tarafına bir bak bakalım. He Loula'ya dikkat et. O aşçı kadın biraz üşütük."
Adya üşütük ne demek tam kavrayamasa da tezgâhın arkasına geçti. Küçük bir koridordan ilerleyip mutfağa ulaştı. İki genç kadın bir şeylerle uğraşıyordu. Mutfağın bahçeye açılan bir kapısı vardı ve dışarda yanan fırının şöminelerin isi, pişen yemeklerin kokusu içeriye kadar gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mevsim Krallıkları Kitap 1 Kan Bağı
Viễn tưởng(Tamamlandı) Lishey topraklarındasınız, hoş gelmediniz çünkü savaş kapıda. Krallık bekası adına verebileceğiniz her şeyi verin. Paranızı, gururunuzu hatta kanınızı. Düşman içeride de olabilir dışarıda da, hatta geçmişte ve gelecekte de. Siz bilmes...