Alya Arıkan, renklere aşık ancak hayata karşı bütün beklentisini kaybetmiş bir kadındır. Giydiği çiçekli elbiselere ve sürekli yüzünde taşıdığı sahte gülümsemelere rağmen, içinde her an her şeyden vazgeçmek üzere olan bir ruhu vardır.
Barbaros Dora...
I've been down, down, down, down, down. But I don't know what it means. I've been trying so hard to come to peace. But I don't know what it means. My shelter is a shield. But I don't know what it means.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
▪︎▪︎▪︎
Mutfak tezgahına yaslanmış halde, Barbaros'un her zaman aynı yerde tuttuğu viskisinden kaçıncı bardağımı içtiğimi hesaplamaya çalışıyordum. Alkol, beni biraz daha cesaretlendiriyordu.
Elimdeki anahtarı çevirip, bunun anlamının ne denli büyük olduğunu tekrar tekrar sindirmeye çalıştım. Sonuçta... Bana evinin anahtarını verdiyse, artık hakkında birkaç bilgi kırıntısından daha fazlasına erişebiliyor olmam gerekirdi.
Kapının açılma sesini duyunca tezgahtan güç alıp, girişten oturma alanına vuran gölgesini seyrettim. Hava karardıktan sonra bile yaslandığım yerden kalkıp ışıkları açacak gücü kendimde bulamamıştım. Sanırım iki saate yakın süredir... Karanlıkta öylece dikiliyordum.
Barbaros omuzlarını esneterek oturma alanına girdiği an, karanlık tezgahın arkasında olmama rağmen beni gördü.
"Alya?" Gözleri önce yanımdaki şişeye, ardından elimdeki bardağa kaydı. Hiçbir şey demedi. Uzanıp, koltuğun yanında duran lambaderin ışığını açmaktan başka hiçbir şey yapmadı.
Işıkla birlikte yüzümü görünce bana doğru bir adım attı. "Bir şey olmuş."
Saklanmamın ya da kaçmamın bir anlamı yoktu. Her ne kadar sadece nasıl ilerleyeceğini bilmediğim bir sohbete girme fikri bile beni dehşete düşürüyor olsa da, başka çarem yoktu.
"Serdar bugün yanıma geldi." Dedim bir çırpıda. Ne denli uzatırsam, o denli zorlanırdım.
Ve o an... Sadece bir nefes alımlık süre içerisinde... Barbaros'un yüzü öfke ve kinle kasıldı. Loş ışık sadece yüzünün bir kısmını aydınlatıyor olmasına rağmen şu an Barbaros'un etrafına yaydığı o tehditkar enerji tüylerimin ürpermesine sebep olmuştu.
"Serdar... Yanına mı geldi?" Sesi buz gibiydi. Aldığım alkole rağmen sorusuyla birlikte kalp çarpıntım ellerimin ve dizlerimin işlevsiz kalmasına sebep olmak üzereydi.
Yutkundum. İçimden sürekli kendime söylemem gerekenleri hatırlatıyordum. Barbaros bir adım daha atmış, tam karşımda tezgahın öbür tarafında duruyordu.
Bir an düşünmeden edemedim. Barbaros hep bu kadar... Uzun muydu?
"Manevi baban... O kim?"
Kaşlarını çatarak yüzüme bakmaya devam etti.
Cevap vermedi.
"Gaye Özarslan." Dedim fısıldayarak. "Gaye kim?"
Sıktığı çenesi daha da kasıldı. Tezgahın üzerine yasladığı ellerini öyle sıkıyordu ki, eklemleri bembeyaz kesilmişti.