Bölüm 24 | Zemheri Vakti

43.4K 3.3K 1K
                                    

Gökhan Türkmen, Sen İstanbul'sun

"Âlâ..." Çatlamış sesiyle adımı söylediğinde kafamı omzuma doğru eğdim. "Sen... Sen biliyorsun..."

Acıyla yutkundum. Günlerce içimde bastırdığım bu sırrı sonunda fark edebilmişti; ama şimdi benden de beterdi. Kurduğum son cümle ise ayakta tuttuğu bedenini sarsmaya yetti.

"Biliyorum... Biliyorum ve sen benden bunu sakladın, Cesur... Kandemir."

Soyadına yaptığım vurguyla bir elini yüzüne götürüp aceleyle sıvazladı. Hareketleri çok hızlı değişiyordu, ne yapacağını bilmiyordu. En sonunda yüzünü tamamen utançla kapattığında dik durmak için kendimi zorladım. Henüz kendimi bırakmamalıydım. Kocam, benden ailemle ilgili bir meseleyi saklamıştı; ancak hızlı düşünmemeye karar vermiştim.

"Ben... Ben..." Elini yüzünden çektiğinde gözleri dolu, kaygıyla bana bakıyordu. "Yemin ederim sana söyleyecektim." Sesi titredikçe boğazımdaki garip kaşıntı yutkunmamı zorlaştırıyordu. "Her sabah uyanıp göz göze geldiğimizde, her gece yatıp uyuduğumuzda... Senin gözlerine bakarak söylemek için çok çabaladım, yemin ederim Âlâ!"

Derin bir iç çekip kendimi tutabilmek için beyaz pufun üzerine oturdum. Onun gözlerine baktığımda benden en ufak bir tepki bekliyordu. Yorgun bir sesle, "Ama söylemedin. Sustun." diye mırıldandım.

"Seni kaybetmekten korktum!" diye bağırdığında irkilmedim. "Soyadımı almak istemezsin diye düşündüm! Beni terk edersin sandım!" Burnunu hınçla çekip dizlerimin önünde diz çöktüğünde sertçe yutkundum. "Âlâ, yemin ederim sana anlatamadığım her gün, her saniye vicdan azabı çektim. Yüzüne güldüm, sonra güldükçe yüreğimi ezdim."

Elleri, ellerimi tuttuğunda geri çekmedim. Yorgun ve sessizce kızarmış gözlerini bir saniye bile kaçırmadan izledim.

"Peki neden şimdi?" diye sordum, düşük bir sesle. "Şimdi anlatacaktın; ama neden şimdi?"

"Dayanamadım. Aldığım yük bir tek omuzlarıma binmedi, Âlâ." Tuttuğu elimi göğsünün sol tarafına doğru götürüp bastırdı. "Kalbime de bindi, artık taşıyamazdım, taşıyamadım."

Dudaklarımı sıkıca birbirine bastırarak ona bakmayı sürdürdüğümde burnunu çekti. Her zaman dik duran omuzları, tıpkı nikah günü olduğu gibi çökmüştü.

"Neyi ne kadar biliyorsun, ne zamandan beri farkındasın fikrim yok." dedi, gittikçe pürüzleşen sesiyle. "Ben biraz önce sen demeseydin de öğrendiklerimi anlatacaktım." Sesimi çıkarmadığımda bundan güç aldı, kalbinde tuttuğu elimi hiç bırakmadı. "Nikahtan hemen önce telefon çalmıştı ve arayan Kadir Tekin'di. O gün sen o evi terk ettiğinde ve ben senin peşinden gelmeden hemen önce ona numaramı vermiştim." Sağ gözünden gözyaşı aktığında elimi bırakmadan omuzunu kaldırdı ve aceleyle sildi. "Bana Çetin Kandemir'in neyi olduğumu sordu. Ben de söyledim. Bana dedi ki..."

Kalbim göğüs kafesime ağır geldiğinde tıpkı onun gibi omuzlarım çöktü, nefes almakta zorlandım. Sebebi anlattıkları değil, onun bu kadar perişan olmasıydı.

"Senin ailenin son görevi dedemin içine sızmakmış. Dedem, bir yerden sonra onların polis olduğunu öğrenmiş; ama bak yemin ederim ben de o gün o söylediğinde öğrendim. Daha önce ne araştırdığımda, ne de dedemden yana böyle bir şey duymamıştım."

"Dedenin içine sızmakmış..." diye tekrar ettim onu. Çetin Kandemir'in yasal olmayan işleri olduğunu hissediyordum, ancak Cesur'dan kaynaklı çok üstüne düşmemiştim. Belki de onu da bu işlerine alet ettiği düşüncesi aklıma düştüğünden beri göz ardı etmeye çalışıyordum. "Deden ne yapıyordu da annem ve babam görevlendirildi?"

ŞEYTAN TÜYÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin