Meg hala o makineye bağlıydı. Asla bilmediği varlığından bile haberi olmayan birçok ilaç içiyordu. Zorla. Minho yine camın ardında onu izliyordu. İki aydır her gün olduğu gibi. Aylar ne çabuk geçiyordu. Minho o günden sonra çok soyutlamıştı kendini. Herşeyden.
Sonrasında meg'in yanındaki hemşire çıkıp ona iyi olduğunu ve gitmesi gerektiğini söylemişti. İstemeye istemeye orayı terkediyordu. Aklına bir anda ailesi gelmişti. Meg'in ailesi.
İnsan ne olursa olsun kızı ölüm döşeğindeyken onu yalnız bırakamazdı. Gerçi ne bildiklerini ya da bu konuda bir bilgileri var mı yok mu onu bile bilmiyordu. Cebindeki telefonu çıkartıp changbini aradı.
"Alo?"
"Efendim?"
"Chang meg'in ailesinin telefon numaralarını ven eve gelene kadar bulabilir misin?"
"Telefonundan bakarım."
"Hayır. Telefonuna dokunma. Sevmez bunu."
"Ne?"
"Telefonuna dokunulmasını sevmez. Eve geldiğinde herşeyi bıraktığı gibi olacak. Dokunma eşyalarına."
"Peki bulurum."
"Tamam."
Telefonu tekrar cebine attıktan sonra arabasına binip tekrar düşündü.
Ya onlara birşey olduysa. Eğer meg bunu öğrenirse kötü olurdu. Bir süre saklayacaktı bunu. Ama iyilerse de üzülürdü. Ailesinin böyle bir zamanda asla onu umursamaması da kötüydü.
Eve gittiğimde changbin numaraları yazmış masamın üzerine koymuş olduğunu söylemişti. Hızlı adımlarla odama çıkıp telefondan numaralardan annesine ait olanını çevirdim.
"Cristina Davis?"
Bu isim nereden tanıdıktı? Bir yerden kulak aşınağılı vardı. Umursamadan telefonu çevirdiğimde tok sesli bir erkek açmıştı. Arkadaki sesler garipti.
"Alo?"
"Kimsin sen?"
"Ben Cristina hanım ile konuşacaktım."
"Karımdan sanane."
"Kızı hakkında."
Telefonda bir sessizlik oluşmuş sonrasında meg'in sesine benzeyen ama biraz daha keskin bir ses duymuştum.
"Alo"
"Efendim merhaba?"
"Kızım nasıl?"
"Siz neden ziyarete gelmiyorsunuz?"
"Ne ziyareti? Bilmiyorum gerçekten?"
"Kızınızın hastalığınu biliyor musunuz?"
"Oh Hayır?"
Nasıl bir aileydi bunlar. Kızları aylarca haberlere çıkmıştı. Hiç mi bakmamıştı haberlere. Hiç mi sevmemişti kızını?
"Kızınız kan kanseri ve size ihtiyacı var."
"Hangi kızım?"
Meg'in yek çocuk olduğunu biliyordum. Kardeşi yoktu. Bu kadın deli miydi? Yoksa aralarında bir problem mi vardı?
"Meg-"
"Benim öyle bir kızım yok!"
"Ne?"
Suratıma kapanan telefonla donmuştum. Ne kadar iğrenç birisiydi. Biraz daha düşümdükten sonra bu sefer babasını arama kararı aldım.
"Evet?"
"Bay davis?"
"Ne var!?"
"Kızınız için aradım."
"O iyi mi?"
"Hast-"
"Biliyorum.."
"Onun size ihtiyacı var-"
"Kızım eğer hayatına devam ederse.. beni affetmesini söyle."
"Be-"
Telefon tekrar yüzüme kapandığında gerçekten sinirim bozulmuştu. Neydi bu iğrenç muamele. Hadi ama gerçekten niye bu kadar kötü olmak zorundalardı. Kan kanseri olan bir kızdan daha mı önemliydi hayatları?
"Ee ne buldun?"
"Bulamadım.."
"Neden??"
"Garipler."
Hyunjin karşıma geçmiş bana bakıyordu. Hepsinin saçları uzamıştı. Ama meg hala çıkmamıştı. Ne kadar olmuştu. 2 yıl. Daha fazla belki de.
Bu sefer çalan benim telefonumdu. Arayan meg'in doktoru olunca gözlerim büyümüştü. Hemen telefonu açtığımda bir umutla dinliyordum onu.
"Minho bey?"
"Evet??"
"Meg uyandı. İsterseniz görebilirsiniz."
"Ah ben ben 20 dakika bile sürmez!"
Koşa koşa evden çıkmıştım. Çocukların sorularına cevap verecek vaktim yoktu. 2 yıldır uyuyan sevgilim uyanmıştı. İyileşeceksin meg. Kapıdan çıkarken hepsinin bana baktığını görünce onlara sadece şöyle dedim.
"Uyanmış!!"
"NE!?"
Onlar da benim gibi mutlu ve garip sesler çıkarmaya başladığında onlarla mutlu olmak isterdim ama şimdi koşarak arabamdaydım. Geliyorum. Bekle. Seninle olacağım sevgilim. Verilen sözleri tutacağız..