İstemsizce gidiyordum tekrar o odaya. Merakla. Acaba kimdi?Karşımda duran saçlarına ak düşmüş babamı görmeyi beklemeyerek oturdum karşısına. Ona benziyordum. Her halimle.
"Oğlum."
"Neden geldin?"
"Çıkartmaya geldim seni."
"Bu imkansız."
"Ben Lee Khan'ım. Sen babanı tanımıyor musun!?"
"Tanımıyorum baba! Ben seni tanımıyorum!"
İçimdeki bütün nefret. Bu gün dökülecekti dilimden. Şu anda dökülecekti.
"Minho bak,-"
"Baba yeter! Yalanlarınla on yaşındaki çocukları kandırabilirsin ama beni kandıramazsın! Sen benim annemi benden aldın! Hayatımı, ümidimi!"
"Çünkü annen ikimize de ihanet etti oğlum! Annen başka bir adamla kaçma planı yaptı! Çünkü ondan hamileydi!"
Yalan söylüyordu. Hikaye böyle miydi gerçekten? Yıllarca yalnız başıma savaştığım şey bu muydu. Hayır. Annem yapmaz.
"Annem yapmaz öyle şey-"
"Annen yaptığı için öldü. Ona aşıktım. Ama başka bir adamdan hamile kalan bir eşim olamazdı."
"Yalan söyleme bana.."
"Yıllarca beni düşman olarak gördün. Yıllarca annesiz ve babasızdın oğlum. Senin kızın da babasız büyümenin acısını bilmesin. İnat ederek zaman kaybetmeyelim."
İlk defa yüzüne bu kadar uzun bakmıştım. Ve kabul etmiştim.
Aklımdaki soruları suturamadım. Hani tecavüz çocuğuydum? Hani annem babamdan dayak yiyiordu? Babamın bir hamle yapmasını beklerken yatağıma uzanmış tavanı seyrediyordum. Babam işlerin ne kadar süreceğini bilmiyordu. Ama iki güne de bitecek değildi.
(...)
Günler günleri kovaladı aylar ayları. Buradaki beşinci yılımdı. Buradaki iğrenç duvarların arasında kaldığım yılların hesabını kızıma nasıl verecektim. Yıllar boyunca kızım bensiz büyümüştü. Kim bilir babasını tanıyor muydu bile?
Ama bu gün.
20 nisan
Ayağımı dışarıya attığım anda kaçmadan özgür kalabilmek ilk defa beni mutlu etmişti.
Evimize gidiyordum. Hala aynı yerdeydik servetimiz hala aynıydı. Ama ben. Ben eskisi gibi değildim. Saçlarım. Meg'in uzun bırakmamı istediği saçlarım kısacık bir asker traşını andırıyordu.
Ya babama ne demeli? Bana umut verip bir anda çekip gitmesine ne demeli?
Kapının önünde elimde minik bir çantayla baktım. Derin bir nefes aldığımda kapıya doğru gelen ayak seslerinş dinledim.
Kapı açıldığında gözleri büyümüş ve anında dolmuş olan meg'e baktım.
"Ben geldim!!"
Kollarıyla boynuma sarıldığında aklıma yaşadıklarımız gelmişti. İkimiz de adeta gerçekten bir şanssızdık ama hayatımızda şanslı olduğumuz yönlerimiz aynıydı. Eşimiz, arkadaşlarımız, çocuğumuz.
"Bir an hiç gelmeyeceksin sanmıştım.."
Ellerimle yüzünü sardım ve gözlerinin içine baktım. Dudaklarına dokundurdum dudaklarımı.
"Sevgilim. Herşey bitti. Ben artık hep sizinleyim."
Arkadan gelen seslerle ikimiz de Sungbine baktık. Ama ondaki gözler hasretin gözleri değildi. Tanımadığı birinin annesini öpmesinin merakıydı.
"Anne?"
"Annecim."
"O kim?"
Kalbim. Adeta parçalanmıştı. Ama ben bunları haketmiştim. Kendi öz kızımın beni tanımaması o kadar kırıcıydı ki.
"Ben babanım Sungbin."
"Babam mı?"
Sungbinin gözleri doluydu. İçindeki avı büyüktü. Anlıyordum. Hatta acısı o kadar derin ve korkunçtu ki sadece ağlayarak kaçabilirdi.
"Benim bir babam yok ki?"
Acı derindi. Yarası. Kabuk tutmaktan çekinen bir yara adeta. Biliyorum kızım. Biliyorum. Yıllarca görmediğin bir insanın baban olduğunu bilip onu tanımamanın acısını biliyorum.
"Sungbin. Prensesim. Gel sarılalım."
Ona gittiğim iki adımda kaçtığında meg ikimize de bakıyordu.
"Benim babamın saçları uzundu. Ve bu kadar sert bir kokusu yoktu. Annem söylemişti."
Dediklerimi bir bir iletmişti kızıma.
"Ne yaparsam inanırsın bana hm?"
"Babam olmanı istemiyorum senin."
Kalbim. Artık dayanamayacak kadar acıyordu.
"Çünkü kalbin taş gibi!"
"Sungbin kızım! Annecim niye böyle diyorsun!!"
"Onun babam olmasını istemiyorum! Arkadaşlarım onun yüzünden benimle konuşmaya korkuyor! Bana babamın süper kahraman değil suçlu olduğunu söylediler anne!!"
"Lee Sungbin!! Haddini bil-!"
"Meg dur. Bir süre ben bizimkilerle kalırım. Sungbin istediğinde gelirim."
Kafamı kızıma döndürmüş ve onun boyuna gelmiştim.
"O zaman sana sarılabilir miyim Sungbin. Bir defa?"
İstemsizce gelip sırtımı sıvazlamış sonrasında ondan ayrılmak istemesem bile arabama doğru gidiyordum.
Düşündüm.
Gerçekten iğrenç bir babaydım onun gözünde.
Arabamı yurdun önünde durdurup kapıyı çaldığımda ses seda yoktu. Birkaç dakika sessizlipin üstüne kapıyı bana jeongin açmıştı.
"MİNHO HYUNG!!"
Evimde mutlu karşılanmamış olabilirdim ama,evimde mutluydum.
Birer birer hepsi gelip bana sarılmıştı. Gözleri dolu sekiz erkek.
"Sen neden meg'in yanında değilsin?"
"Sorma. Ve bana sigara ver. Hapiste sigara içmemek korkunçtu."
Gülüp onlarla birlikte bahçeye çıktığımda sadece aldığım sigarayı çektim. En derinlerime kadar.
Yine oluyordu. Kalbim acıyordu.
Ama nedenini bilmiyordum.
"Yani Sungbin seni istemedi?"
"Aynen öyle. Bana "arkadaşlarım babamın bir kahraman değil suçlu olduğunu söyledi" dediğinde kalbime ağrılar indi."
Herkes sigarasına yöneldiğinde ağırlığını anlamıştım.
"Ee. Ben olmadığımda ne oldu buralarda."
Derin bir suskunluk ardından chan konuştu.
"Baban choi . Öldü minho."
İki parmağımın arasındaki sigara düştüğünde ve gerçekten başıma ve kalbime bir ağrı girdiğinde yüzümü buruşturdum.
Bay choi. Daha doğrusu babam dediğim adam beni yetimhaneden alıp buralara getiren adamdı.
"Gerçekten mi?"
Niye bu kadar acı çektiğimi bilmiyordum. Ama kalbim. Batmaktan beter oluyordu.
"İyi misin minho?-"
Gözyaşlarım.
Ne kadar haykırsam da geçmeyecek birsürü acı vardı. Bu yüzden sadece serbest bırakmıştım onları.
Hayattaki herkesi kaybetmiştim. Yavaş yavaş hepsi gidiyordu. Ve sessizliğin içinde kayboluyorduk..
Normalde finali yapacaktım ama biraz daha uzatacağım sanırım.