Bölümün ilk yarısında yetişkin içerik (+18) vardır!
Yeni bölüme 35 Oy diyelim... Sınırı geçtiğiniz gün bölüm sizindir, keyifli okumalar...
***
Hayatın siyah ve beyaz olmadığını reddedenlere inat, yaşadım Cem'i. İnançlı bir ailede büyütülmemiştim, bir dine körü körüne inanan bir annem yoktu. Halbuki inanmak sahip olduğum bir alışkanlık değilken, ilk günden güvendim kadere. Çünkü hissettiğim terk edilmişliğin başka bir nedeni olmalıydı. Babamın gidişi, benden daha büyük bir sebeple süslenmeliydi. Kendimi kandırmayı çok iyi başarırdım, en güzel yalanlarım sadece bana ait olanlardı. İyi bir yalancı olmadığımı düşünürken hatalıydım, ben çok iyi bir yalancıydım... Ama sadece kendime. Üç maymunu oynamayı severdim, yanımda oturan adamın inandığının aksine fedakâr bir kalbim değil; bencilliğim vardı. Kader, sayısız ilmek attı ömürlerimize. Çözülen her bir ilmekle biraz daha büyüdüm, biraz daha acımasız oldum. Cem'i hikayemin saf kötüsü yapmak, kolay olandı. Kolaya kaçmıştım, nedenlerini çok daha önce öğrenmeliydim. O, ruhunda bir karanlıkla doğmuştu. Babamsa karanlığını sonsuzluğa katmıştı. Ağlıyordum...Uzun zaman sonra ilk defa, kendim hariç başka birisi için göz yaşı döküyordum. Oysa eskiden, kendim dışında herkese ağlardım. Değişmiştim, büyümüştüm; âşık olmuştum, ihanete uğramıştım... Ben birçok şey olmuştum ama zalimlik, ismimle yan yana gelmezdi. Karmakarışık duygularla tırmandım kucağına. Ellerim, kemikli çenesini avuçlarımın arasına aldı. Bedenimin altındaki kasları, gergindi. İki yanda tuttuğu yumrukları, ilk kez tenimi bulmamıştı. Geri çekiliyordu, hayatının en travmatik gününü anlatmaktan nefret etmişti. Onun benim gibi olmadığını, ailesinin ölümünü en derinlerinde hissedemediğini ve korkmadığını biliyordum. Ama kalbim, on sekiz yaşındaki Cem için ağlıyordu. Bu hayatta güvendiğin herkesi, tek bir anda kaybetmeyi hayal dahi edemezdim. "Özür dilerim." Dedim, ağlamaktan çatallaşmış bir sesle. Yüzü kafa karışıklığı ile kasıldı. "Suçu işleyen babandı. Senin özür dileyecek bir şeyin yok," diye karşılık verdi. Halbuki böyle düşünmediğini biliyordum. Eğer bu dediğine gerçekten inansaydı, yollarımız hiç kesişmezdi. Kırgın bir gülümseme peyda oldu, kurumuş dudaklarımda. Tuzlu göz yaşlarım, defalarca kanattığım yaraları acıtıyordu. Tatlı, ayaklarımı yere basan bir acıydı bu. Mavi harelerim, peşinden koşamadığım duygularla parıldayan elalarını buldu. Benim hissettiklerimin yanında hayalet kalan duyguları, onu huzursuzlukla baş başa bırakıyordu. Yüzü, rahatsız edici bir şeyi farkına varmış gibi asıldı. Sağ avucumun altındaki kalbinin ritmi, hep aynı kalmıştı. "Hatalıydım. Babanın suçlarını sen ödememeliydin, karşına çıkmamam gerekirdi." Eğer bu kadar yakınında olmasaydım fısıltıdan farksız kelimelerini, duymam imkânsız olurdu. Kalbim, sol yanımı morartacak bir güçle çırpındı. Bir gece yarısında, kabul ettim onu. Başka bir gece yarısında, mahvetti hayatımı ve şimdi, başka birinde nefretimi yakıp kül etti... Onun karşısında yanıp kül olan nefretim savruldu, savunmasız mantığımı saf bir aşka bırakarak. Son bir dirençle baktım gözlerine. Yalanlar söylediğini, beni manipüle etmeye çalıştığını görmeyi o denli istiyordum lakin karşılaştığım manzara, su götürmez bir dürüstlüktü... "Bu, beni bırakacağın anlamına mı geliyor?" Dedim, beklediğimden daha az bir heyecanla. Oysaki dakikalar öncesine dek, beni bırakmasından daha fazla istediğim bir şeyi hayal edemezdim. Öfkeyle çatılan kaşlarına, belimi sıkıca sarılan kolunu da ekleyip sert bir nefes verdi. Başını hafifçe eğdiğinde, ona engel olmak isteyen parmaklarım aklımdakinin tam tersini gerçekleştirmişti. Sıkıca tutundum göğsüne, sessizliğinden içinde yankılanan nefeslerimden başka hiçbir şey yoktu. "Sen, benim karımsın. İsmim, isminin yanında. Tenim, teninin..." Boynum ve omzumun birleşimine, iç titretecek kokulu bir öpücük kondurdu. Göz kapaklarım, içimi doldurup taşıran tüm duygularla kapandı. Kulaklarım, cama vurmaya başlamış yağmur taneleriyle uğulduyordu. Cem'in sıcak dudakları, boynumdan başlayarak göğsümde dolaşıyordu. V yaka kaşmir tişörtün açıkta bıraktığı her yere dudaklarını değdirmeye yeminliydi. Siyaha boyadığım tırnaklarım, kaslı bedenini saran beyaz gömleğe saplandı. Kasıklarımda başlayan tatlı sızı, aklımı karıştırıyordu. Bunu yapacak mıydım? Bu kez, kıskançlığı ya da kalbimin cahilliğini suçlayamazdım. Yarın sabah uyandığımda, kendimden nefret edecek miydim? Cılız bir evet yankılandı, zihnimin duvarlarında. Yarın sabah, varlığını hatırlamayacağım bir evet... Anlattıklarını en ince detayına kadar dinleyip, hayal etmekten geri kalmamıştım. Onun yaşamayı öğrendiği acı, benim canımı yakıyordu. Bir şey değiştirmeyeceğini bilsem dahi ona sarılıp, her şeyin yoluna gireceğini söylemek istiyordum. Sakinleştirici, nazik sesini duyana dek ağladığımı bile fark etmemiştim. Mavi harelerim, ay ışığında parıldayan yakışıklı çehresini buldu. Kucağında oturmama rağmen göz hizasında değildik. Kocaman avuçlarıyla yanaklarımdan tutup, döktüğüm yaşları sildi. Bakışları, daha önce görmediğim bir ızdırapla yanıyordu. Izdırabı da pişmanlığın izlerini taşıyan hayalet duyguları gibi, kalbimin en içine dokundu. Derin bir nefes aldı, yüzüme dökülmüş saçlarımı şefkatle okşadı. "Öğrendiklerinden sonra sana dokunmamalıydım. Savunmasızlığından yararlanmaya çalıştığımı düşündün, biliyorum." Dedi, kendinden emin bir sesle. Göz yaşlarımı çok farklı bir şeyle karıştırmıştı. "Hayır, ondan değil..." Diyerek karşı çıktım. Gerçekten ne hissettiğimi söylesem benden geri çekilecekti, onun gerginliğiyle ısırdım dudaklarımı. Boynundan sarkıttığım kollarım, istemsizce ona daha sıkı sarılmıştı. Ona acımıyordum, o kadar da kendimi kaybetmemiştim, sadece geçmişte olanların acımasızlığına üzülüyordum. Acımak ve üzülmek, benim için birbirinden çok farklıydı. Aynı şeyi Cem için söyleyebilir miydim? Elbette ki hayır...Neden ağladığımı duyduğu an, öfkelenecek ve duvarlarını tekrardan inşa edecekti...Baş parmağını, dişlerimin arasına sıkıştırdığım alt dudağıma getirip nazikçe okşadı. Kaslı göğsüne sabitlediğim bakışlarım, aniden gözlerini bulmuştu. "Kanatıyorsun, sonra canın acıyor." Dedi, sesindeki korumacılığını gizleme ihtiyacı dahi duymadan. Ona âşık olmamı sağlayan korumacılığı, hiçbir kandırma olmadan serilmişti gözlerimin önüne. Bu zamandır içimde tuttuğum, ağlamamak için verdiğim tüm savaşlar, hiç var olmamış gibi bozulurken hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Her şey bir oyun olmasaydı ne olurdu sanki?
"Sana üzüldüm ben." Derken yanaklarımı kurulamaya çalışıyordum. Kafa karışıklığı ile baktı suratıma. "Bana mı üzüldün? Üzülecek bir şey yoktu ki." Onun anlamayacağını tahmin etmiştim ama bu, ona açıklamayacağım anlamına gelmezdi. "...o kadar genç bir yaşta, bu kadar büyük sorumluluk," Dudaklarım, buruk bir gülümsemeyle kıvrıldı. Ağlamaktan dengesini kaybetmiş nefeslerim, duraklamama neden oluyordu. "...hayatınızın tehlikede olduğundan, darbe yapacaklarından bahsettin. Yapayalnız, yol gösterecek kimsen olmadan aileni güvende tutmak zorunda kalmışsın. Bunları kimse yaşamamalı. Kimse ailesiz kalmamalı..." Sonlara doğru sesim kısılmış, eş zamanlı olarak Cem'in belimdeki eli beni daha sıkı tutmuştu. Geçmişi mi hatırlıyordu? Uzun tırnaklarım, gömleğinin kumaşına anlamsız çizgiler bırakarak, dikkat dağınıklığı sağladı. Bir süre hiçbir şey söylemedi. Bakışlarımı, birkaç ilmek açık bıraktığı göğsünden ayıramıyordum. Yersiz bir çekingenlik vardı üzerimde. Avuçlarımın altındaki göğsü, ne düşünebileceği dair hiçbir emare vermiyordu. Pencerenin ardında gök gürlüyor, şimşekler çakıyordu. Yağmurdan korkmayanların dahi hoşuna gitmeyecek fırtınadan, hiçbir tedirginlik duymuyordum. Ülkenin en tehlikeli adamlarından birinin kolları arasındaydım, kendimi hiç olmadığım kadar güvende hissederek. Bu gerçek, geriye kalan her şeyi gölgelemeye yetiyordu. Şimdilik...
"Canavarlar bile mi?" Karmakarışık, kaosu andıran bir ifadeyle konuştu. Başımı hayır anlamında, kendimden emin bir ifadeyle salladım. "Sen iyi bir adam değilsin ama bu, seni canavar yapmaz. En azından benim nazarımda." Derken, gözlerinin içine bakıyordum. Hayatın siyah ve beyazdan, iyilik veya kötülükten ibaret olmadığını zorlu yollarla öğrenmiştim. Cümlemi bitirmemle dudaklarıma yapışması, aynı saniyelerde gerçekleşmişti. Daha öncekilere hiç benzemeyen bir öpücüktü bu. Yumuşacık, güven dolu bir hissiyat sardı bedenimi. Korkusuzca karşılık verdim ona. Şehvet, karşılığını verebileceğim nadir duygulardan birisiydi. Belimde tuttuğu elleri, popomu sıkıca kavrayıp sertçe sıktı. Yarın sabah iz kalacaktı...Bu kadar normal bir şey bile onun teni altında dünyanın en etkileyici şeyi haline geliyordu. Dakikalar önce, kasıklarımda hissettiğim sıcak hissiyat hiç kaybolmamış gibi geri geldi. Yumuşak başlayan öpüşmemiz, verdiğim karşılık ile çok başka bir yöne eğrilivermişti. Ağzımı açıp, öpüşmemizi derinleştirmesine izin verdim. Gömleğinin kaliteli kumaşında gezdirdim avuçlarımı. İstediğim karşılığı vermiyordu, popomdaki elleri bir milim dahi oynamamıştı. Kafa karışıklığı ve biraz da utançla çektim kendimi. "Bir şey," Boğazımdaki yumru, ciğerlerimdeki kısa nefesler durdurdu beni. "...ne oldu?" Diyebildim en sonunda. Beni arzuladığını, altımda hissettiğim sertlikten anlayabiliyordum. Neden karşılık vermiyordu? Baş ve işaret parmakları çenemden sıkıca tutup, beni ona bakmam için zorlarken kaldırdım bakışlarımı. Elaları, camın ardındaki fırtınanın bir benzeriyle karman çormandı. Peşinden koşamayacağım kadar yoğundu, her şey. Aynı saniyelerde gök gürledi, şimşekler çaktı. Korkuyla irkilip, ona biraz daha sokulduğumda düşünmüyordum bile. Cem, başını hafifçe eğip boynuma yöneldiğinde sıcak nefesinin hissettirdikleri ile kapadım gözlerimi. Belimdeki tutuşu, düşmemi engelleyen tek şeydi. "Uslu bir kız olup, sana verdiğim zevki kabul edeceksin. Bu geceden sonra kaçmak, saklanmak yok." Dedi, boğuk bir sesle. Her bir kelimesini, kasılıp duran kadınlığımda hissetmem ne kadar normaldi? Aklımı toparlamak, deli gibi atan kalbimi kurtarmak istercesine batırdım tırnaklarımı tenine. Aptal bir kumaş parçasına dokunmak istemiyordum! Onu istiyordum... Odağını kaybetmiş gözlerime öfkeli bir soluk verip, beni ona bakmaya mahkûm etti. İnkâr edilemez hırsı, tenimin her bir yanına kaplarken başımı olumlu anlamda sallamaktan başka hiçbir şey yapamadım. Nereye kaçabiliyordum ki? Bu hapishaneden kaçmam dahi onu unutacağımı göstermiyordu. Ruhumun bir parçasını, amansız bir girdap gibi kendine katmış ve beni, küllerimi toplamayla baş başa bırakmıştı. Günün sonunda, kendini bulduğum yer hiç değişmiyordu. Düşünmeden gömleğinin düğmelerini çözmeye başladım, o ise bedenimin üstündeki ellerini tamamen çekmiş onu soymamı seyrediyordu. İçimden bir ses, yakınlığı başlatanın ben olmasından zevk aldığını söylüyordu. Bitmek üzere olan viskisinden ufak bir yudum daha alırken, uzandım bardağa. Viskiden hoşlanmasam bile canımı çektirmişti ve şimdi, bende onun gibi kaliteli bir tadın keyfini çıkartmak istiyordum. Uzandığım bardağı benden uzaklaştırdı. "Bende içmek istiyorum." Dedim, kararlı bir tavırla. Tek kaşı öyle mi dercesine havalandığında, bardağı ağzıma doğru yaklaştırdı. İsteğine ayak uydurup, kehribar rengi sıvıdan ufak bir yudum aldım. Acı, baharatlı tat boğazımı yakıp beni öksürmeye zorladığında utançtan yanaklarım kızardı. Birkaç saniye sonra, kendimi toparlayabildiğimde, dilimin ucundaki güçlü ve bir o kadar da kaliteli baharat tadını alabilmiştim. Cem; her bir hareketimi, her bir mimiğimi dikkatlice süzdü. Ben kendime tam anlamıyla gelemeden yapıştı dudaklarıma. Anında karşılık verdim, dili ağzımın içindeki en doğru noktalara vurup beni katıksız bir zevkle baş başa bırakırken uzaklaştı. Islak dudakları, kaşmir tişörtümün V yakasından açıkta kalmış göğüs çatalıma dokundu. Vahşi bir şehvetten nazik bir adama dönüşmesini merakla seyrettim. Ellerim, yumuşak saçlarında özgürce dolaşıyor onu kendime çekmeme yardımcı oluyordu. Islak öpücükleri göğüs çatalımdan yüzüme doğru tırmandı, yüzünü boynumla omzumun birleştiği noktaya yaslayıp derin soluklar almaya başladı. Sırtımdaki eli, tişörtümün içinden girip sütyenimin kopçasını açmıştı. Tomurcuklanmış göğüs uçlarım, Cem'in ilgisi için sızlayıp duruyordu. "Biraz acı, biraz tatlı..." şeklinde mırıldandı, beynim dediklerini algılamak için ekstra bir çaba harcıyordu. "...en çok da benim." Bir parçam, kalbimin tamamı, bu dediğine deliler gibi seviniyordu. Çünkü haklıydı, ben onundum ve karanlık büyüsünden kurtulmak mümkün değildi. Aramıza şehirler, ülkeler koyduktan sonra fark etmiştim bunu...Peki o benim miydi? Boynuna sımsıkı tutundum, gizleyemediğim bir kırılganlıkla karşıladım elalarını. Kaslı kolları her bir yanımı sarmış, bedenimi onunkine bağımlı hale getirmişti. "Sen de benim misin?" Derken fazlasıyla ürküyordum. Böylesine hassas bir haldeyken bunları konuşmak doğru değildi, mantıklı tarafım susmam için bana yalvarıyordu ama yapamadım ve belki de günler sonra ilk kez yapmak istemedim. Âşık olduğum adamdan nefret etmek, düşündüğümden daha karmaşıktı. Cem, beni hayal kırıklığına uğratacakmışçasına düşürdü omuzlarını. Gözlerindeki hayalet şefkat, ilgiye aç ruhumu dehşet bir doygunluğa ulaştırmaya yetmişti. Ölmek üzere olan bir ruhun hayata tutunduğu gibi tutundum ona. "Doğa," Sesindeki çaresizlik yapma böyle diyordu. Nazikçe tuttum yanağından, buz kesmiş parmaklarımın altında ateş gibi yanıyordu. "Lütfen..." Dedim, neyi istediğimi bilmeden. Ne söylemesini bekliyordum? Yalnız olmadığımı mı? Onun da benim gibi karman çorman olduğunu, yolunu kaybettiğini mi duymak istiyordum? Ben bir esirim, diye geçirdim zihnimin içinden. Esir, esir, esir... Aklım, esaretimi kabul ediyordu. Peki ya kalbim, ona hikayemizin bittiğini nasıl kabullendirecektim? Cem'in yüzü, ızdıraptan başka hiçbir şeyi yakıştıramayacağım bir ifadeyle kasıldı. Derin bir soluk çekti içine. Bedenimin üstündeki kolları, kaçmamdan korkarcasına biraz daha sıkı sarmaladı beni. "Benden geriye kalan, ne varsa senin. Hak etmediğin kadar az, seni bırakmamı gerektirecek kadar ruhsuz birkaç kalıntım var. Hepsi senin, Doğa." Diye fısıldadı, dudakları dudaklarıma çarparken. Benim aksime korkusuzdu. Bunun bir hayal ya da rüya olup olmadığını kontrol etmek istedim. Ensesinde çaprazladığım ellerimden birinin üstüne acımasız bir çimdik attığımda, fark ettim her şeyin gerçek olduğunu. Kabuslarım vardı, hayallerim vardı; bir de Cem'e ait olan gerçeklerim... Bana yalanlar söyleyen, hayatımı mahveden bir adamın itiraflarına ağlamamalıydım. Deli miydim ben, hala ona sığınıyordum? Belki de kaderdir diye fısıldadı beynimin içinden bir ses. Kızlar, annelerinin kaderini yaşar derlerdi. Benim başıma gelen de bu muydu? Annem de aynı benim gibi kötü bir adama teslim olmuştu ve teslimiyeti, kaderimdeki kör düğümü atmıştı. Hiçbir şeyi umursamadan, yarın sabah karşılaşacağım pişmanlıkları unutarak fısıldadım. "Seni istiyor-" Birkaç gün öncesine kadar duymaya can attığı kelimelerimi, sert öpücüğüyle engelledi. Nefes kesici, baş döndürücü, talepkâr... Pencerenin pervazına yasladığı avuçları, popomun altını destekleyerek kaldırdı beni. Sesli bir inleme koptu boğazımdan. Ben fiziksel güçten etkilenen bir kadındım, bedenimi kolayca hareket ettirebiliyor oluşuna elbette inleyecektim... Bacaklarımı belinin arkasında çapraz yaparken, boştaki eliyle tişörtümü çıkarmıştı. Karşısında çıplak kalmaktan bir an olsun utanmadım, gözlerindeki safi arzuyu görürken nasıl utanırdım ki? Bana dünyanın en güzel kadınıymışım gibi bakıyordu... Maskesinin ardını gördüğüm günden bu yana ayırt ederdim, yalanlarını. Ve şimdi yalan söylemiyordu, bunun her bir hücremle biliyordum. Beni aceleci bir tavırla mini barın üstüne oturttu. Titreyen parmaklarım yarısı çözülmüş gömleğinin geri kalanıyla uğraşmaya başladı ama boynumdan başlayarak memelerime indirdiği ıslak öpücükleri tüm dikkatimi dağıtıyordu. O beni tüketircesine öperken, nasıl bir şeylere odaklanabilirdim. Nefes nefese, muhtaç ve biraz da sinirli bir halde inledim. "Çıkart şunu!" Mızmızlanmama, seksi bir biçimde gülüp isteğimi sakince gerçekleştirmeye başladı. Dakikalarını beni delirtmek için harcıyordu, sabırsızlanmıştım. "Sevişirken bile sinirlerimi bozuyorsun." Dediğimde, dikkatini çekebilmiştim. Yüzümdeki meydan okuyan ifadeyi dümdüz bir suratla seyretti. Aklından neler geçtiğini bilmemek, kalbimin tatlı bir heyecanla atmasına sebep oluyordu. Güçlü bir özgüvenle hafifçe arkaya eğilip, avuçlarımdan destek alarak ona güzel bir manzara sundum. Hızlanan nefes alışlarından, bakışlarının ateş gibi yanmasından her şey ortadaydı. Hak edilmiş sebeplerden dolayı bir şekilde onun da en az benim kadar, etkilendiğini bilmek istiyordum. Aramızdaki çekimi sadece benim hissettiğimi düşünmek bile, midemin gerginlikle çalkalanmasına nedendi. Kendimden şüpheye düşünce hareketlendim, dikkatli bakışlarının altında kendimi mikroskopta incelenen bir canlı gibi hissediyordum. Her bir milimimi öyle ince süzüyordu ki, daha iyisini bilsem beni ezberlemeye çalışıyor derdim. Halbuki onu ezberleyip, suçlu bir haz gibi kâğıda döken kişi bendim... "Devam etmeyecek misin?" Dedim, sabırsızlığımı gizleme gereği duymadan. Bu akşam, hiç olmadığı kadar yavaş ve dikkatliydi. Cesaret edebilsem duygusallaştığını iddia ederdim, bunun imkânsız olduğunu bilmeme rağmen. Ay ışığıyla aydınlatılmış odada, varlığını belli eden tek şey dağınık nefeslerimdi. Usulca eğildi üzerime. Çıplak göğüslerimiz birbirine değdiğinde, abartı bir tepki vermemek için ağzımın içini ısırmak zorunda kalmıştım. Ne yaptığını şimdi anlıyordum...Bana muhteşem bir zevk vereceğini biliyordum ve bu, zevki bekleterek sabırsızlanmamı sağlıyordu...Sabırsızlanmamı ve söylediği uslu kız olup bana verdiklerini kabullenmememi... Kuruyan dudaklarımı ıslatıp, kendimi toparladım. "Ne kadar güzel olduğunu düşünüyordum," şeklinde karşılık vererek yeri ayaklarımın altından çekti. Baş ve işaret parmakları, eşofmanımın belinde kararsızca dolaşıyordu. İçgüdüsel olarak hafifçe popomu kaldırıp, ona sürtünmek istediğimde engel oldu bana. Öfkeli bir soluk bıraktım, dayanamıyordum artık. Sırılsıklam olmuştum, hazırdım... Sabırsız bir konuşma için açtım ağzımı lakin anlamlı bir cümle kuramamıştım. Çünkü sıcak ve ıslak dudakları, sağ mememi işgal ediyordu. Ağzının içine alıp, emdiği meme ucumdaki her bir uyarı kadınlığımın istekle kasılmasına neden oldu. Yumuşak olmasına alışkın değildim, her zamanki gibi ısırmıyordu bile. Ve ben, sert olmasını istiyordum. İçinden geldiği gibi, bana dayanamıyormuş gibi davranmasını istiyordum. Ellerim saçlarını bulmuş, ben ne yaptığımı bilemeden ağzını mememe daha da yaklaştırmıştı. Belimde dolaşan parmakları, beni tek bir hamlede çırılçıplak bıraktı. Durumları eşitlemek istercesine kemerine uzandım. Heyecandan titreyen parmaklarım, önündeki bariz sertliğe çarptığında sesli bir şekilde inledi. Duyduğum en güzel inlemeydi... Cem, boşalırken bile seksi olmayı başarıyordu ya da benim beynim, onun yaptığı her şeyi seksi buluyordu. Kendime güvenemiyordum... Yavaşça indirdim pantolonun fermuarını. O defalarca kez beni ağzıyla boşaltmıştı ama benden hiç böyle bir şey istememişti. Eski erkek arkadaşım, beni ikna etmek istese de yanaşmamıştım. Ama Cem'le denemek isterdim. Galiba? Neden hiç böyle bir şey istememişti ki? Aklıma gelen nedenlerle buz kestim. Ya o tarz bir zevki başka birisinden alıyorsa? Çoğu akşam, ilk tanıştığımız gece kulübüne gidiyordu. Yeni birileri ile tanışmak için mükemmel biriydi. Böyle düşünmek için hiçbir sebebim yoktu ama kendime engel olamıyordum. Duraksadığımı gören Cem, vücudumun her yerinde dolaştırdığı baş döndürücü öpücüklerini yarıda bırakmıştı. Oysa memelerimi emerken bana minik bir orgazm bile vermişti... Buz kesmiş parmaklarımı, sıkı karın kaslarında dolaştırdım. Düşünceli halimi görünce hayalet şefkatine ve nazik dokunuşlarına geri dönmüştü. Karışmış saçlarımı parmaklarıyla taramaya başladı. "Duralım mı?" Dediğinde, fazlasıyla içtendi. Yarım kalmaktan nefret etmemiş gibiydi. Halbuki durmanın, aklındaki son şey olduğunu çok iyi biliyordum. Başımı hayır anlamında salladım, aptal bir şüphe yüzünden tüm modu öldürmüştüm. Bakışlarımı göğsüne sabitlemiş, tırnaklarımın ucuyla saçma sapan hayali şekiller çizdiğim tırnaklarımı seyrediyordum. Derin bir nefes alıp, tüm cesaretimle mırıldandım. "Neden hiç," Karşısında çırılçıplak duruyordum, bunu sormaktan çekinmemeliydim. Hem ben böyle şeylerden çekinen bir kadın değildim. Yetişkinler sevişirdi ve seks hakkında konuşurdu. "...oral seks istemedin." Yüzündeki kafa karışıklığı, sorumu yanlış anladığını gösteriyordu. "Yani benden hiç istemedin." Diyerek kendimi tamamen açıkladım. Her şey çok güzel giderken neden bu konuyu açmıştım ki? Bir şey kaçırmamak için gözlerimi yüzünden ayırmıyordum. Cem'in gözlerindeki an be an kararmayı, âdem elmasının sertçe hareket edişini büyülenmiş bir halde seyrettim. Derin bir soluk çektiğinde, bu sefer de karın kaslarının hareketiyle nefesim kesildi. Tüy kadar hafif dokunuşlarımla dolaştım, kaslarını. Daha fazla ayrı kalamıyormuşuz gibi aramızdaki boşluğu kapattığımda, sağ elini saçlarıma dolayıp boynumu tuttu. "Bu gece senin hakkında. Benim zevklerimi yarın akşam konuşuruz." Bunları mırıldanırken, kalın parmakları da kadınlığıma ulaşmıştı. Ne kadar ıslak olduğumu görmek için parmağını içeri itmesine gerek bile yoktu. "Y-yarın mı?" Dedim, tek düze kalmaya çalışarak. Cem, boğazdan gelen boğuk bir sesle beni onaylarken orta parmağımı içime itmişti. Baş parmağının klitorisimdeki oyalanışı ile boşalmam çok sürmezdi. Cem de bunu çok iyi bilerek yüzük parmağını içime itti. Ezberlenmiş, kusursuz gelgitleri ve fazladan sürtünme, bekleneni gerçekleştirip beni uçurumdan aşağı gönderdi. Benim üzerimde zaman harcamayı çok seviyordu... Düşmemek için Cem'in omuzlarına tutunmak zorunda kalmıştım, sıcak nefeslerim göğsüne çarparken duydum onu. "Bir." Kafa karışıklığı ile kaldırdım başımı. "Ne?" Diyebildim tarazlı bir sesle. İçimden çıkarttığı parmaklarımı ikimizin arasında havaya kaldırdı ve dudaklarımın üstüne yerleştirdi. Şaşkınlıkla açılan ağzımdan dolayı parmakları artık ağzımın içindeydi. Bu yapmadığımız bir şeydi... Cem, gerçek yüzünü gösterdikten sonra daha sert, daha baskın davranıyordu... Son sevişmemiz haricindekilerin hepsi yoğun ama vanilya diyebileceğim tarzdaydı. İçgüdüsel olarak dudaklarımı kapatıp, onun parmaklarından kendimi tattım. Gözlerimi, gözlerinden ayırmıyordum. Cem her bir hareketimi büyük bir dikkatle seyretti, sesini çıkartmasa da gözlerindeki bakış her şeyi anlatıyordu. Seks sırasında dahi duvarlarını tam anlamıyla indirmiyor, kendini serbest bırakmıyordu. "Bu gece üç kez ağladın." Dediğinde, hala bilmece gibi konuşuyordu. Kadınlığımda aynı seviyeye eğilirken onu afallamış bir halde seyrediyordum. Tanrı biliyor ya söylediklerini algıladığımdan bile şüphe edecek durumdaydım. "Benim adıma ağladığın üç an..." Büyülenmiş, düşünceli bir tonda mırıldandı. O an, çarpık zihninin minik bir yansımasına şahit olmuştum...Kıtanın öteki ucundaki kovalamamızın gücünü, benden almıştı... "Benim vereceğim zevkle mutlu olacağın üç an." Sıcak dudaklarını tam orama bastırdığında, tiz bir inleme koyverdim. Bunu yapmasını hep çok sevmiştim. "...iyi bir anlaşma gibi duruyor. Sen ne diyorsun?" Dilini içime itip, en hassas noktalarımda dolaştırdı. Mükemmel baskı, mükemmel zamanla ve kusursuz bir orgazm. Parmaklarımın ucundaki büyük yıkımın peşinde koşmuşum gibi nefes nefeseydim. Verdiğim cevaplar; anlamsız, boğuk seslerden ileri gidemiyordu. Zaman algımı tümünden kaybetmiştim. Belki saatlerce belki de dakikalarca dilinin hareketleriyle inledim...Benden bir cevap bulmayı bekleyen Cem, klitorisimi dişlerinin arasında sıkıştırıp beni zevk uçurumdan aşağı attı. Gözlerimin önündeki siyah noktalar saniyeler içinde her yeri kapladı, bayılacakmışım gibi başım döndü. Ciğerlerim, kalbimin pompaladığı kana yetişecek diye yanıyordu. Her şey, öylesine yoğundu ki... Biraz olsun kendime geldiğim an, "Kötü bir anlaşma derim. Senin kalbime garezin mi var?" diye şakayla karışık azarladım onu. Cem, baldırımın içine derin bir öpücük kondurup yüzlerimizi aynı seviyeye getirmişti. Seks, bedenlerimizin soyunmasından hep daha fazlası olmuştu. Gök mavilerimle, zihnime kazımak istercesine seyrettim bu anı, parmaklarımın ucundaki adam güneş ışığında açığa çıkmayacağını çok iyi biliyordum. Her zaman şekilli duran saçları darmadağınıktı, üzerinden çıkartmadığı üç parça takım elbiselerinin esamesi dahi okunmuyordu. Gözleri...Elaları, bin bir çeşit duygularla kaosu taşırdı. Benim minik, kendime has fırtınalarım vardı onun gözlerinde yaşayan... "Benim sana garezim olamaz," Her zaman yaptığı gibi yine saçlarıma uzandı. Söylediklerindeki çiğ adanmışlık, meraklanmamı sağladı. "Babasının gidişini atlatamamış, acınası bir kız çocuğu olduğumu sanıyordum? Babam olmasaydı benim olduğum yöne dahi bakmazdın-" Ezberlediğim sözcüklerin sonunu getirememiştim çünkü Cem, öpücüğüyle buna izin vermedi. Bu akşam ilk kez ona karşılık vermedim, o da zaten kendini hemen geri çekti. O gece söylediklerini ömrümün sonuna dek unutmayacağımı anlamalıydı. Dünya üzerindeki hiçbir şey, bunu değiştiremeyecekti. Eskiden olsa, birkaç gün öncesine dek, çoktan ağlamaya başlamıştım. Ama artık ağlamıyordum, saatlerimi korumaların yüzlerini ve nöbet zamanlarını ezberlemekle ve bahçede yaptığım keşif gezileriyle harcıyordum. O beni kazandığını zannediyordu, ömrünün sonuna dek kaybedeceğini bilmeden...Cem'e aşıktım, Cem'den kaçacaktım ve bu, bizim hikayemiz olacaktı. Bir mutsuz son. "Yalan söyledim," Diye mırıldandı. Bunu itiraf etmekte zorlanıyormuş gibi duruyordu. Alev alev yanan bedenim, dudaklarından dökülen kelimeler ile buz kesti. Aşkımdan ya da aptallığımdan sarıldım boynuna. Nefeslerimiz birbirine karışırken devam etti. "Bizi zorla yan yana getirdiğimizi, kaderi kızdırdığımı düşünüyorsun biliyorum ama ben buna inanmıyorum. Senle ben yan yana gelmeye mahkumduk. Başka hayatlarda da Cem, Doğa'yı görürdü. Aynı bu hayatta olduğu gibi..." Başarabildiği kadarıyla tüm hislerini sesine yansıtmıştı. Yabancı birisi için sıkıcı, dümdüz bir konuşma gibi anlaşılacak cümleleri, sıkıcılıktan da düzlükten de çok uzaktı. Başımı olumsuz anlamda salladım. Göz pınarlarımın ağlayacakmışım gibi yanmasından nefret ediyordum. Kalbim, paylaşılanların sahiciliği ile ağrımaya başlamıştı. Kök salacak bir yer aramıştım hep, toprağımın zehirli olduğunu bilmeden... "Belki de başka bir hayatta Doğa, Cem'den nefret etmek zorunda değildir." İçten itirafımla birleştirdi alınlarımızı. Nefretimin bir zorunluluk olduğunu itiraf ettiğim ilk an, buydu. Dudaklarıma yumuşak bir öpücük kondururken, erkekliğini girişime yaslayıp içime girmesini sağladım. Bir nabız gibi atan sıcaklığını sımsıkı sardığımı hissedebiliyordum. Cem, beni kollarının arasında aldı ve sakin, yumuşak bir ritim tutturdu. Birbirimize üstünlük sağlama ihtiyacı duymadan, kabul ettim onu. Bunu yatak odasının dışında, nefretle kıskançlıkla beslenmiş duygular olmadan yapmanın özgürleştirici bir yanı vardı... Ona hala deliler gibi aşıktım ve işte tam da bu yüzden fedakarlıklarımı bir kenara bırakmalıydım. Bu akşam öğrendiklerimden sonra yan yana kalmamızın mahşerde dahi gerçekleşmeyeceğini anlamıştım. Biz, birbirimiz için ölümcül bir kanserden farksızdık. O, intikamla yanıyor; bense acıyla üşüyordum. Yarı tanrıların ölümü ateş, aciz kırgın bana neler yapmazdı ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Suçlu Hazlar (TAMAMLANDI)
General Fiction"Seni hiç sevmedim, sevmiyorum ve sevmeyeceğim." Aptal kalbim, gerçekleri haykıran zihnime ayak uydurduğunda dizlerimin bağı çözülüvermişti, dengemi sağlamak için kendimi duvara yaslarken kalbimin atışlarına dayanamaz haldeydim. Beni öldürmeye yemin...