Düzenlendi
***
Yaz mevsiminin boğuculuğuna dayanamayan İstanbul; mevsim yağmurlarının en şiddetlisi ile uyandı. Hiç beklenmedik yağmur tüm planlarımı bozarken çizme giyip giymemek arasına gidip geliyordum. Şişirdiğim yanaklarım ve kararsız bakışlarımla aynadaki yansımamı seyrettim. Bir anda hava güneş açarsa çok saçma gözükürdüm ama yağmura da normal topuklu ayakkabı ile çıkamazdım ki...Tuttuğum nefesi serbest bırakıp, ayağıma kahverengi çizmelerimi geçirdim.
"Bütün gün çamurlu çamurlu dolaşmaktan iyidir." diyerek mırıldandığım vakit, kelimelerime annemden cevap gelmişti.
"Çok güzel olmuşsun, moda evine mi?"
"Evet." dedim, olduğu taraf yargılayıcı bir bakış atmadan hemen önce. "Sen niye uyandın? Her sabah benimle uyanmana gerek yok biliyorsun, değil mi? "Benim yüzünden uykunu bölüyorsun."
Kendimi bildim bileli benimle beraber güne başlayıp benimle beraber gününü bitiriyordu. Buna gerek olmadığını defalarca söylesem bile beni takan yoktu ki. Boşu boşuna kendini yormaktan başka hiçbir şey değildi yaptığı. Sessiz kalmasını fırsat bilerek dün akşam aldığı kararı açıkladım.
"Sabah onda randebuö var. Telefonda şartlarımı kabul ettiklerini söylediler ama ben işi kabul etmeden önce yüz yüze görüşme de istedim."
Nişantaşı'nda oldukça küçük ama başarılı bir moda evinden iş teklifi almıştım, moda camiası öneriye ve isim duyurmaya bakıyordu. Fransa'daki bitirme projesindeki tasarımlarım çok tutunca dünyanın her yanında teklifler yağmaya başlamıştı. Türkiye'de konuştuğum çoğu yer, uzun saatler boyunca çalışmamı, bir robot gibi kıyafet tasarlamamı bekliyordu. Ama ben yoğun bir stres altında çalışmak istemediğimden, hepsini reddetmiştim. Etek-bluz takımımdaki var olmayan kırışıkları düzenlerken konuşmuştu annem.
"İstediğinin gerçekten de bu olduğuna emin misin? Yeteneğini harcamandan korkuyorum."
"Kıyafet tasarlamayı sevdiğim için bu işi yapıyorum, Kariyer basamaklarını pek umursadığım söylenemez."
Hayatım boyunca harcamayacak kadar çok param vardı. İnsanların çoğu para için kendilerini istemediklerini meslekleri yaparken buluyordu. Ama benim onlar gibi bir zorunluluğum yoktu ve bu şansı değerlendirmek istiyorum. Sakin, küçük dünyam ihtiyacım olan tek şeydi. Ve bunu çok iyi bilen annem, fazla üstelemeden destekleyici bir gülümsemeyle varlığını belli etti.
"Sen nasıl mutlu olacaksan, mon cheri."
Annem sabah kahvesini içmeye gitmeden önce yanağıma kokulu bir öpücük bıraktığında, evden çıktım. Bileklik meselesi beni kendime getirmişti. Son iki haftayı buradaki hayatımı düzene koymaya çalışarak geçirmiş, arada sırada da Cem Karakum adındaki yakışıklı bir beyefendiyi düşünmüştüm. İşi evrene bırakacağımı söylesem bile merakıma engel olamayıp derin bir stalk işine girişmiştim. Herhangi sosyal medya hesabı yoktu, Karakum ailesi hakkında çıkmış birkaç gazete kupürü dışında hiçbir şey bulamamıştım. Öğrenebildiğim tek bilgi, Türkiye'nin en zengin ve köklü ailelerinden biri olmaları yanı sıra gizliliklerine çok önem verdikleriydi. Günlük hayatını sosyal medyada sık sık paylaşan beni görseler büyük ihtimalle inme inerdi. Çok geçmeden bulduğum her bilgi kırıntısı taban tabana zıtlığımızı belirtmişti. Durum böyle olunca bende bir sapık gibi araştırma yapmayı bırakmıştım. Evrenin biraz bildiği varsa bizi aynı sokaktan bile geçirmezdi. Hızlı adımlarla evimizin yakınındaki favori kahvecime adımladım. Arabayla beş dakikalık mesafedeki tanıdık mekanın içini kaplayan taze kahve kokusu, dudaklarımda kocaman bir gülümseme oluşmasına sebep olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Suçlu Hazlar (TAMAMLANDI)
General Fiction"Seni hiç sevmedim, sevmiyorum ve sevmeyeceğim." Aptal kalbim, gerçekleri haykıran zihnime ayak uydurduğunda dizlerimin bağı çözülüvermişti, dengemi sağlamak için kendimi duvara yaslarken kalbimin atışlarına dayanamaz haldeydim. Beni öldürmeye yemin...