Son Söze gelmeyi lütfen unutmayın. Vedayı da gelecek kitaplar hakkındaki bilgilendirmeyi de oraya sakladım...
Son kez Suçlu Hazlar için keyifli okumalar...
***
Doğa Adal Karakum.
Hava soğuk. Etraf ıssız, nefeslerimiz bize ait değil. Parmak uçlarında duran kalplerimiz, göğsümüzü ağrıtıyor. Oğlum yok. Sevdiğim adam, oğlumuzun yokluğunu doldurmaya niyetli. Bense bu sabaha dönmek için her şeyini verebilecek, çaresiz bir kadınım. Birisi çıkıp dese ki neden buradasınız, verecek doğru düzgün bir cevabım olduğundan şüpheliyim. Cem, birçok isim söyler. Birbirinden daha kötü, daha hırslı ve çirkin onlarca isim sarf edebilecek bu adamın eline daha da sıkı tutundum. Başka ne yapabilirdim ki? Telefon çağrısının peşi sıra bir mesaj almıştık. Karakum soy ismini taşıyan herkesin buraya, eski bir fabrikaya, gelmesini istemişlerdi. Elbette yalnız gelmemiz şartıyla. Mesajı ilk gördüğümde, Cem'in bunu gerçekleştirmeyeceğinden emindim. Ondan beklenmeyecek kadar kontrolden uzak ve kabullenici. Aklından ne geçiyor? Kararlı, korkusuz adımlarının arkasındaki sebep ne bilmiyorum. Öğrenmeli miyim? Ya öğrendiklerim, canımı çok yakarsa ve bir daha geri dönemezsem? Ya düşündüğüm gibi onu kaybediyorsam ve oğluma karşılık Cem'i vereceksem? Her yönden saldırdı keder. Artık ağlamıyorum, ağlayamıyorum...Göz pınarlarım kuruluktan yanarken, bir damla daha göz yaşı daha dökemeyeceğimden ne de çok emindim... Halbuki her şeyin değişmeyi sadece bir saniyeye bakacaktı.
Tek. Bir. Saniye.
Göz açıp kapayıncaya ya da kalbim, son kez göğüs kafesime vurana dek... Mahvolmak, hep bu kadar basit ama aynı zamanda acı verici oldu. Metrelerce uzunluğundaki paslanmış, yarı kırık kapıya yaklaştığımız vakit karanlığından için silahlı adamlarla attığım adımlar birbirine karıştı. Boştaki elimle Cem'in koluna tutunup, düşmekten son anda kurtulabilmiştim. Soğuktan ama en çok da korkudan titreyen dizlerim, beni düşürmeye ant içmiş gibi.
"Sahibiniz nerede?" dedi, Cem'e ait ses. Eğer dudaklarının hareket ettiğini görmesem bunu söyleyenin o olup olmadığından şüphe ederdim. Çünkü hayatımın hiçbir evresinde, en kötüsünde ya da en iyisinde Cem'i böyle görmedim. Bu yabancı adam için minnettar mı olmalı yoksa yas mı tutmalı? Silahlı adamlar, onunla göz göze gelmekten kaçınarak içeriyi işaret ettiğinde; şahit olduğum sahnenin garipliği kaşlarımı çattım.
"Neden öyle yaptılar?" dedim, ürkütücü koridorda adımlayarak. Üstümüzü aramamışlardı bile. Cem, yolları çok iyi bilen birisi gibi kendinden emin adımlarla ilerlerken konuştu. Hala yüzüme bakmıyor.
"Ne yaptılar?" dediği vakit, varlığındaki donukluk tüylerimi ürpertti. Ben aklımdakileri dile getiremeden, "Senden korkuyorlarmış gibi davranıyorlar. Tam korkmak da değil ama sanki-" diyerek söze başlayan Cenk'i tamamlayan kişi, Cemreden başkası değil.
"...çekiniyorlardı. Neden tuzağa düşürdükleri birinden çekinsinler ki?"
Yalnız değildim. Bir şeyler, hiçbir şey, doğal hissettirmiyor. Hepimiz karanlıkta yürüsek de önünü göremeyenler sadece ben, Cenk ve Cemre gibi duruyor. Cem, bize cevap verme gereği dahi duymadan devam ederken, göğsümün ortasındaki huzursuzluk büyüdü, büyüdü ve biraz daha büyüdü...
En sonunda etrafımı sarmalayan puslu, gri bir bulutla baş başa kaldım. Attığım adımlar, benim değil; kulaklarımdan sızan kelimeleri duymaktan acizim ve konuşmak, kelimeleri yan yana getirmek konusunda yeni doğmuş bir bebek kadar bilgisizim. Bir süre sonra herkes sessizliğe teslim olduğunda, yıkık dökük fabrikanın içerisinde uzun süredir adım atıyorduk. İleriden gelen hışırtılı konuşmalar, duraklamama sebep oldu. Bir anne, içimdeki anne, koşa koşa içeri gitmeli ve çocuğunu görmek için çıldırmalı. Normal bir anne bunu yapar. Peki ya sevdiği adamı kaybedeceğinden emin olan bir anne ne yapar? Tercihimin sonucu her zaman Giray'dı, Giray ve Giray olacak...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Suçlu Hazlar (TAMAMLANDI)
General Fiction"Seni hiç sevmedim, sevmiyorum ve sevmeyeceğim." Aptal kalbim, gerçekleri haykıran zihnime ayak uydurduğunda dizlerimin bağı çözülüvermişti, dengemi sağlamak için kendimi duvara yaslarken kalbimin atışlarına dayanamaz haldeydim. Beni öldürmeye yemin...