Her şeyin karmaşıklaştığı ve çözülemezlik halinin abarttığı dönemlerden kaçmayı hep yapardım. Çünkü bir olayın ya da olaylar bütünün içinde olmayı sevmiyordum.
Lakin o beni seviyor gibiydi.
Çünkü ne zaman huzur istesem, ne zaman kaçmak istesem bir yerden yakama yapışıyordu.
Apar topar kafeden uzaklaştırıldığımızda, burnundan soluyan Savaş'ı sakinleştirme görevi bana düşmüştü.
Neyse ki beklediğimden kolay olmuştu sakinleşmesi. Savaş garip bir şekilde bilinçliydi ve sinirini benden çıkarmamış, beni terslememişti. Sinirli olduğunda sinirini başka insanlardan çıkaranlarlardan nefret ediyordum ve bu yüzden bu hoşuma gitmişti.
Şimdi ise Savaş'ın şöförü bizi kafenin önünden almıştı ve arabayla ilerliyorduk. Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Sormak da istemiyordum aslında. Nereye giderse gitsin yanında olacağım için içim rahattı.
"Hâlâ sinirli değilsen bir şey soracağım." Dedim başımı yasladığım camdan kaldırarak.
Yerde tuttuğu bakışlarını kaldırdığında, tek kaşını kaldırdı önce. "Sor." Dedi ardından.
Arabada sessizdik ve bu beni geriyordu. Yine o minibüs tarzında siyah arabayla gidiyorduk. Koltuklarımız karşılıklıydı.
"Nereye gidiyoruz?" Sorumdan sonra dudaklarım benden bağımsız öne büküldü. "Yarım saatten fazladır gidiyoruz ama hâlâ nereye gittiğimizi bilmiyorum." Diye ekledim soruma arka çıkabilmek için.
"Hay ağzına sağlık." Kaşlarım kalkarken, anında şöföre kaydı gözlerim. "Kaç dakikadır soracağım soracağım kızgınsınız diye soramadım patron, nereye süreyim?" Yüzünde rahatlamış bir ifade vardı sanki. Gözlüğünü düzeltip dikiz aynasından bize çevirdi bakışlarını.
Savaş camdan dışarıyı kontrol ettiğinde, "Buz'a sür." Dedi sakince. Bizimle ve sorularımızın geneliyle ilgilenemeyecek kadar kafası karışık duruyordu.
O an yanlış şeye takıldığımı fark edip duraksadım. Bakışlarım anında şöförden Savaş'a kaydığında, "Buz?" Diye sordum anlayamayarak.
"Gece kulübü." Çalan telefonunu sessize aldığında, bir yandan bana cevap veriyordu. "Kimliğin yanında mı?" Diye sordu ardından.
Kaşlarım bu sefer onun duygu değişimine yetişemediğim için çatıldı.
"Bu halde içkili bir mekana gitmek istediğinden emin misin?" Diye sordum. Normalde bu mantıklı kararı onun verip sorgulaması gerekiyordu ama demek ki aşırı sinir hallerinde birinin onu dizginlemesi gerekiyordu.
"Mekan tanıdık sıkıntı çıkmaz." Dedi gözlerini bana çevirdiğinde. Koyu mavileri yorgun bakıyordu bugün. Zaten kaç gündür mutsuz ve dağılmış diye kafeye götürmüştüm onda bile huzursuzluk çıkmış, yine keyfi kaçmıştı.
"Sorumluluk sende." Dedim arkama yaslandığımda. "Herhangi bir şey olursa beni zorla götürdü derim." Herhangi bir durumda aileme hesap verecek olan kişi o olacaktı bu yüzden tadını çıkarmaya karar vermiştim. Kendimi garantiye almak en mantıklısıydı.
"Arif'i aramamı ister misiniz efendim?" Diye sordu şöför benim konuşmamı umursamadan. Göz ucuyla Savaş'ı kontrol ediyordu.
"Gerek yok." Savaş bacağındaki ipi eliyle silkelediğinde, "kapıdakiler bizi tanımıyor mu Fahri." Adının fahri olduğunu öğrendiğim şöför kafasını salladı. Ardından tamamen dikkatini yola verdi ve bizimle iletişimi kesti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUZ | GAY
AksiyonEtrafta yoğun kan kokusu, ensemde ölümün soğuk nefesi. sınanıyoruz, elindeki silah terazisi, hüküm veriliyor kanıt geçmişi. Kitabın şarkısı; Fleurie - Love and war.