İyi okumalar. Kısa bölüm. Sıradaki bölüm bu hafta bitmeden gelir bb
***
Saat kaçtı biliyordum ama günün tam ortasında olduğumuzu camdan yansıyan güneş ışığından görebiliyordum. Nefes alıyordum. Sonuna kadar açık olan pencere değildi sebebi. Sadece biraz, çok az huzurlu hissediyordum. Bir insan iki saniyelik huzura bile razı gelecek duruma düşer miydi?
Onun dışında, inanılmaz bir rahatlık vardı üstümde. Neden bilmiyordum ama sırf iyi hissettiğim için -ya da belki de hiçbir şey hissetmediğim için- ağlamak istiyordum. Mutluluktan mıydı, yoksa can sıkıntısından mı bilmiyordum. Tek bildiğim içimde ağlama duygusu olduğuydu. Yine de ağlamadım. Hangi hastanedeydim, neredeydim bilmiyordum ama dışarıda resmen kar yağıyordu. Havadan dökülen karlar yere düşüyordu ve güneş onları parlatıyordu. O kadar güzel görünüyordu ki. Bence ben bir tablo olsaydım, kesinlikle bu görüntüye sahip olurdum. Hem beyaz, hem mavi bir ışık yansıyor gibiydi. Ferahtı. Üstelik huzur da veriyor gibiydi. Gidip biraz dışarıda yürüsem belki daha iyi hissederdim.
İçeriye hemşire girene kadar bekledim. Brendon yanımdan gittikten sonra onu gün boyu, hatta bir gün sonrasında da hiç çağırmamıştım. Ama burada olduğunu biliyordum. Bunu bilmek beni huzurlu hissediyordu. Onu görmeye ya da birlikte konuşmaya ihtiyacım yoktu ama birinin yanımda olduğunu hissetmeye ihtiyacım vardı. Ve o burada olduğunu söylemişti.
Arkadaşlarımın hepsi hapisteydi. Bunun sebebinin Brendon olmadığını biliyordum. Beni rahatsız eden de buydu. İşkence görüyor olma ihtimallerini düşünmek bile istemiyordum. Onlar her halükarda dik durabilirlerdi. Bu yüzden elimden geldiğince düşünmemeye çalışıyordum ama ya bugün ya yarın onları çıkarmanın bir yolunu bulmam gerekiyordu.
Yine de rahattım. Belki de bir şeyleri silmeyi, hayatımdan çıkarmayı ve düşünmek istemediğim şeyleri düşünmemeyi başardığım içindi. Neyi düşünmem gerektiğini bilemeyecek bir durumdaydım ve bu yüzden hiçbir şey düşünemiyordum ama iyiydi. Belki de en iyisi buydu.
Kapı heyecanlı bir şekilde tıkladığında, sanki bana rahatsızlık verecek bir şeyin girmek üzere olduğunu hissettim ve yüzümü ekşittim. Şu an içeriye kim girse beni rahatsız edebilirdi. Ama önyargıya da gerek yoktu. Gelen bir hemşire ise dışarıya çıkma şansım olabilirdi.
Gelen Isabel'di.
Gülümseyerek kapıdan kafasını çıkardığında yüzümdeki bakışı değiştirmedim. Gitmedi. Brendon kadar yüzsüzdü o da. İçeriye girdi ve kapıyı arkasından kapattı. "Merhaba."
"Çık git şuradan."
Dudaklarını birbirine bastırırken seke seke yanıma geldi. "Biraz kalayım, olmaz mı?"
"Brendon mı gönderdi seni," dedim baygın bakışlarla yüzüne bakarken. Ellerini kaldırdı, "hayır," diyerek karşı geldi. "Ben kendim geldim. Hatta buraya gelmek için anneme yalan bile söyledim."
Anlamıyordum ama anlamaya da çalışmayacaktım. O da soru sormayacağımı gayet iyi biliyor gibiydi. Gerçi, Isabel beni tanımıyordu. Onunla sadece bir kere görüşmüştük, onda da Carel sevgisini gözüme sokmaktan muhabbet edememişti. Şimdi düşününce, o günden bugüne çok şey olmuştu. Acaba bunca zaman olanları biliyor muydu? Biliyorsa ne düşünüyordu merak ediyordum.
"Çok iyi görünüyorsun. Bence konuşmak için de yeterince enerjin vardır."
Ondan rahatsız olmadığımı kendine inandırmaya çalışıyordu ama işe yaramayacaktı. Yanımdaki koltuğa oturduğunda tekrardan gözlerimi devirdim ve başımı çevirdim. "Hadi ama," diye söylenmesini umursamadım. "Abim hastaneden ayrıldı kısa süreliğine. O gelene kadar seni bana emanet etti."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Mamba: Lacrima
Novela JuvenilKırmızı Örümcek Zambağı. Dünyanın en zehirli bitkileri listesinde öne gelen o güzel zambak. Ölümün kendisini temsil eden bu kırmızı bitki, zehrinin yanında cezp edici bir özelliğe de sahipti. Doğal güzellikleri ile insanları büyülerken ruhlarını cez...