S2/11. Bölüm

265 27 10
                                    

Brendon

Sarah kendini banyoya atıp ardından kapıyı kapattığında, yalnızca bir ihtimal bunun sebebinin Tarun olduğunu düşündüm ve onu buradan uzaklaştırdım. Aklıma gelen bir fikir yoktu ama içimi huzursuz eden bir şey vardı. Sanki Sarah midesi bulandığı için değil, karşısındaki adam yüzünden bu duruma düşmüştü.

Çünkü Grey ile yemek yediğini gördüğünde de aynı tepkiyi vermişti. Tabii ki onun, sosyal anksiyetesi olan narin bir kız olduğu yalanına inanmayacaktım.

"Umarım iyidir."

Kendi kendine konuşan bu adam, sabrımın sınırlarıyla oynarken karşısındaki masaya geçip büyük bir rahatlıkla oturdu ve bana baktı. "Geçmiyor musun?"

"Ne oluyor?"

Ya ne dediğimi anlamamıştı, ya da önümüzdeki dakikalarda hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapacaktı ve bu onun için hiç iyi olmayacaktı. Çünkü ben her zaman kötü hissetmezdim. Hissediyorsam ortada bir sorun olurdu ve bu sorunlar yok edilmeliydi. Buna karşımdaki adamdan başlayacaktım. Her ne kadar aramızda bir Grey sorunu olsa da.

"Neyden bahsediyorsun?"

"Kimsin sen," diye sordum düz bir sesle. Ne kadar sinirlendiğimi belli etmemeye çalışıyordum çünkü o Grey'in iş arkadaşıydı, benim içinse yalnızca bir tehdit. "Sarah'yı nereden tanıyorsun?"

Gerilir gibi doğruldu, duruşunu düzeltti ve "otur istersen," dedi. "Anlatacaklarımı ayakta dinlemek istemezsin."

Yalnızca dediğini yapmamak için ayakta kalmayı tercih edecek olsam da, anlatmak üzere olduğu şeylere olan merakım beni o masaya oturttu. Tekrardan "anlat," dedim merakımı belli etmekten kaçınmadan. "Onunla ne alakan olduğunu da, burada neden olduğunu da."

Kısa bir süre sessiz kaldı, sonrasında sorgu dolu gözlerle arkasına yaslanıp "Sarah ile yakınsın sanırım," diye sordu. "Zaman mı kazanmaya çalışıyorsun," dedim sertçe. Bakışlarında bir şey vardı. Kendinden emindi ve bunun bir sebebi olmalıydı. Grey'e güvenmediği kesindi. Ben onun kardeşiydim. Grey'den yüz tane de olsa bu adamın karşısında, bana hiçbir etkisi olamazdı. Bunu onun da bildiğine emindim.

"Kesinlikle hayır." Omuzlarını gerdi. "Yalnızca bu gerçekleri kime anlatacağımı anlamaya çalışıyorum."

"Sen hiçbir şey öğrenmek zorunda değilsin," dedim bu tavrına karşı sinirle. "Sarah'yı nereden tanıyorsun? Anlat."

Gözlerini kıstı. Bana kafa tutmaya çalışır bir yapısı vardı. Grey'i umursamadan onu burada öldürme fikrini düşündüm ama yapamazdım. Burada olmazdı.

"Fransa'dan."

Sarah'nın geldiği yer Fransa'ydı. Bunu biliyordum. "Eskiye dayalı bir hususunuz mu var," diye sordum sabırla. "Olmaz mı," dedi alaycı bir tavırla. "Beraber yaşardık eskiden." Kaşlarımı çattığımda hızla devam etti. "Ailesiyle daha doğrusu."

"Ne ailesinden bahsediyorsun?"

Kollarını birbirine bağladı başını yana atarken. "Babası ve üvey annesinden bahsediyorum." Çok net konuşuyordu. Yalan söylediğini anlamayacağımı düşündüğünden olmalıydı. O an, sanki beni küçük görmesini istemediğim için bir hırsla "onun bir ailesi yok," dedim. Çünkü yoktu. Olmamalıydı. Eğer bunu bize söylediyse, diğer herkes de biliyor olmalıydı. Bu yüzden büyük bir sırrı açıklamış sayılmazdım. Amacım Sarah'nın sırlarını yaymak değildi. Yalnızca karşımdaki adamdan laf almak istiyordum. Sonrasında bir tehdit unsuru içerdiğini anlarsam onu yok etmekte zorluk yaşamazdım.

"Ne demek yok? Ben onun bizzat üvey dayısı olurum." Her ne kadar duruşumu bozmak istemesem de şaşkınlığımı saklayamadım. Doğrulup masaya yaslanırken "yoksa size anlatmadı mı," diyerek şaşkınlığıma şahit oluşunu gösterdi. O kadar rahattı ki, söylediklerinin yalan olduğunu bile düşünemiyordum. Yine de ona inanmadım. "Eğer yalan söylüyorsan, Grey ile arandaki samimiyeti göz önünde bile bulundurmadan seni öldürürüm."

Kara Mamba: LacrimaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin