Bölüm 30

45 10 5
                                    

Otuz bölüm olmuşuz ve ben daha yazacaklarımı yarısına ulaşmadım :) 

*** 

Kaptan eşini yatırıp geri geldiğinde ilk emri yelkenlerin toplanması oldu. Gerçekten bir yere kımıldamayacaklardı yani. Fırtına da yavaşça dinerken çocuklarla biraz daha hasret giderdi. Onların sarılmalarına, isyanlarına, ıslak gözlerine karşılık nazikçe varlığını hatırlattı.

"Ben hep buradaydım." Dedi onlara özlemle bakarken. "Beni sizden kimse koparamaz." Resmen sırtına çıkmış olan Mingi'nin ellerini sıkıca tutuyordu. Kıpkırmızıydı elleri, dümeni sıkmış olmalıydı. Onu ne çok zorladığını düşündü. Ancak zaman çağrısını ondan iyi kimse yapamazdı. Öyle görünmese de bedeni dayanıklı bir çocuktu Mingi. O yüzden ona bir şey emanet ederken ikinci kere düşünmüyordu.

Hyunjin ve Seungmin kendi ailelerinin endişeleneceğini söyledi, haklılardı ama hala gitmek için doğru zaman gelmemişti. Chris'ten özür dileyecekti çocuklarını tehlikeye attığı için.

"Kaptanım, bir daha gitmeyeceksin değil mi? İki ay değil, iki gün bile gitsen deliririm." Dedi Yunho. Gözleri hala kırmızıydı. Sesi çıkmasa da bolca ağlamıştı. Hongjoong uzanıp uzun oğlanın saçını okşadı. "Gitmeyeceğim, artık saklı planlar yok."

"Söz mü!"

"Söz Wooyoung!"

Wooyoung neşeyle şakıdı. Gizlilik olmadığını sürece, onun yanında savaşabildikleri sürece hiçbir şey önemli değildi. Acı da hüzün de atlatılabilir oluyordu.

"Kaptanım?"

Kırgın bir ses duyulduğunda güverteye yayılmış olan adamlar başlarını çevirdi. Seonghwa küpeşteden destek alarak ayakta durmaya çalışıyordu. Gözleri öyle acı doluydu ki Hongjoong ona bakmaya kıyamadı. Kalktığı gibi ona koştu. Seonghwa onun onu yakalayacağını bilerek küpeşteyi bıraktı. Onu kollarına alan adama sıkıca tutunup ciğeri parçalanır gibi ağlamaya başladı. Elleri uzun saçlarında, sırtında, kollarında gezindi. Bacaklarını kullanmayı unutmuştu bile. Tamamen ona yaslanmıştı. Burnunu bir boynuna bir saçına daldırıyordu. Tuzlu su kokusu onun kokusuna karışmıştı, ev gibi kokuyordu. Onun evi.

"Yıldızım, güzel yıldızım, beni affet. Senin tarafından affedilmeyi hak etmeyen bu deliyi affet." Diye yalvardı Hongjoong. Belini sıkıca tuttuğu adamı sorunsuzca taşıyordu. Yüzünü boynuna gömmüştü. Mabedi olan bedenin ısısına sığınmıştı o da. "Seni çok üzdüm, ne kötü bir eşim. Affet beni Hwa'm." Dedi kırık bir sesle.

Hongjoong'un anılarında görmüştü. Ne çok üzmüştü onları ne ağır sözler söylemişti. En çok onları sevdiği içindi kızgınlığı, kırgınlığı. Hiçbiri hak etmediği bir yası tutarken bir de o canlarını yakmıştı. Affedilmeyi dilemek bile yüzsüzlüktü. Ancak ailesinin onu geri çevirmeyeceğini biliyordu. Onlar da onun gibiydi. Ne olursa olsun birbirlerine döneceklerdi.

"Yalvarırım bu acıyı bir daha yaşatma bana." Dedi Hwa sonunda. Kalbindeki hançerlerin bir bir düştüğünü hissediyordu. Ağladığı için burnu çoktan tıkanmıştı. Bedenini ele geçiren bir rahatlık onu ısıtırken diğerine daha çok sokulamamak onu üşütüyordu. "Her şeye razıyım Joongie, seninle ölmeye bile. Bizi sensiz bırakma. Seni bana nefes ettikten sonra eksikliğini yaşatma bana."

Hongjoong onu bacaklarından tutup kaldırdı ve çocukların yanına geri döndü. Hepsi bir yumak gibi iki abilerinin etrafını sardığında Hwa sonunda yüzünü adamın boynundan çıkardı. Elleriyle yanaklarından tutup ona daha dikkatli baktı. Beyaz saçı ve gözleri aynıydı, gözlerinin etrafındaki damarlar yoktu şimdi. Yüzünde tatlı bir allık vardı. Nasıl da güzeldi ona gülümserken, ışıldayan gözlerle ona bakarken.

THE DOORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin