Bir süredir hiçbirinin umursamadığı bir dert çoğunun karnını ağrıtmaya başladı. Açlık. Burada ruhlardan beslenemiyorlardı ve insan taraflarının yemeğe ihtiyacı vardı. Burada yemek bulabilecekleri bir market ya da ona benzer bir şey yoktu. Avlanmak da bir seçenek değildi çünkü avlayacak bir şey yoktu. Hongjoong akıllı olanların yanına gideceğini söylediğinde Chan onunla sağlam bir kavga etmişti. Nedenini başta anlamayan çocuklar Chan'ın bir sözüyle Hongjoong'un paçalarına yapıştılar.
"Kendini onlara teslim etmene izin vermeyeceğim!"
Evde kopan kavga sonucu Hongjoong gidememişti ama yemek sorunu hala havadaydı. Denizde balık yok mu sorusuna Hongjoong resmen kahkahalarla gülmüştü. "Ölü oradaki her şey!"
Mingi yersiz bir şaka yapıp "Birbirimizi yemezsek sorun yok." Dediğinde ortam gerilmişti. Aralarında buna dair travmaları olanları hesap etmemişti açıkçası.
Mentaliteleri gün geçtikçe kötüleşiyordu. Açlık ve yanına eklenen susuzluk zaten uykusuz kalan bedenlerini yaralıyordu. Bazıları uzun uykular almaya başlamıştı. Felix iki gün uyanmayınca Chan az kalsın kendini öldürecekti. Buradaki kaçıncı günleri olduğunu hiçbiri tam olarak bilmiyordu. Hongjoong'un burada yedi ay kaldığını nasıl bildiğini ise ona sormak canlarını çok sıkmıştı. Hwa söylemişti ona da.
Tahminen geçen iki hafta aslında beş gün bile olabilirdi, iki ay da olabilirdi.
Onları uykularından uyandıran, bazılarını daldığı hayallerden çıkaran şey et kokusu oldu. Hayali koku duymak diye bir şey varsa onu yaşadıklarını sandı Hoseok ama evin çatısına çıktıklarında Jimin'i yaktığı bir ateşin başında buldular. Bir şey pişiriyordu.
Hoseok kardeşinin yakasını çekip ateşten uzaklaştırdı. Bir et pişiriyordu ama ne eti? "Minnie, ne bu? Nereden buldun bunu?"
"Ç-çaldım hyung. Bi-birkaç evi g-gezdim ve çaldım. Biliyorsun, böyle ş-şeylerde iyiyimdir."
Hoseok onun bu kadar kekelemesini sağlıklı bulmadı ama aklına başka bir şey gelmedi. Jimin, Hongjoong'un yaptığını yapmazdı. Hyunguna çok düşkündü, açlıktan ölürdü ama yapmazdı. Et herkese belki de iki ısırık şansı verirdi ama bu bile nimetti onlar için. Onlar eti pişirmeyi bitirip aşağı indiler ve herkese yetecek kadar dağıttılar.
Namjoon gözlerini Jimin'den ayırmıyordu. Onda garip bir şey vardı. Eti hemen yemişti aç olduğu için ama kesinlikle bir şeyler yanlıştı. Hoseok'la bakıştı ondan bir şey duymak için ama o da bir cevaba sahip değildi. Dediğine inanmayı tercih ettiler.
Ama Wooyoung pek inanmadı. Hyungunu ilk kata inerken takip etti. Banyo demeye bin şahit isteyen yere girdiğinde biraz bekledikten sonra alacaklı gibi içeri daldı. Jimin panikle kendini örtmeye çalışırken o üzerindeki tişörtü çekip onu çevirdi. Sırtında kocaman bir kesik vardı, çoktan kan kurumuştu ve kapanıyordu ama yara tazeydi.
"H-hyung bu n-ne? N-neden sırtın kesik?"
"W-wooyoung-ah-"
"Hyung neden!" Çocuk gözlerini yere çevirdiğinde orada kanlı bıçağı gördü. Elleri titrerken ondan ellerini çekti. Bir eli dudaklarına örtündü. Midesi karnının içinde taklalar atmaya başladığında sertçe öğürdü. Beli büküldüğünde Jimin onu tutmaya çalıştı.
"Wooyoung, nefes al!"
"S-sen... ka-kanadını mı-"
"Yapamadım Wooyoung." Jimin onun gibi eğildi ve dizlerinin üzerine düştü. "O-onu koruyamadım! O kanadı daha önce ke-kesmeliydim!" Ağlamaya başladığında Wooyoung da onun gibi oturdu. Yaptığı şeyi nasıl yaptığını anlamıyordu. Sadece kendi acısını yok etmeyi değil, onları doyurmayı da istemişti. Kendisi de yemişti üstelik.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE DOOR
FantasyBir anda kötü ikizinizi karşınızda gördüğünüzü düşünün. Size ve sevdiğiniz her şeye zarar veren biri. Gün doğumunda bütün kanıtlarıyla yok olan bir canavar. peki ya sizden başka kişilerin de başına geldiğini öğrenseydiniz? Peki ya çok daha ağır sır...