Hongjoong, Hongjoong, Hongjoong...
Hongjoong adının sayıklandığını duydu, uykusu yavaşça açılıyordu. Ancak rüya gördüğünü düşünüp onu saran sıcaklığa biraz daha sokulup uykusuna dönmeye çalıştı.
Hongjoong, Hongjoong, Hongjoong...
Bir kâbusun tatlı fısıltısı gibi devam eden sayıklama ensesinden soğuk bir teri söküp sırtında kaydırdı. Garip bir ürperti izleniyormuş gibi hissetmesine neden olduğunda kuruyan gözlerini kırpıştırdı. Oda hala karanlıktı ama perdenin ardında hafif bir ışık vardı. Ona sokulmuş uyuyan kişiye baktı. Hala huzurla uyumaya devam ediyordu. Rüya gördüğüne ikna olmak üzereyken tekrar duydu.
Hongjoong.
Bu seferki daha netti. Hatta öyle netti ki bıçaktan tırnaklar derisine sürtünüyormuş gibi korktu ve titredi. Gözleri irice açıldı. Yüzü diğerinin bedeniyle kapalı olduğu için bir şey göremiyordu ama biliyordu. Arkasında bir şey vardı. Titrek bir nefesi içine çekti. Seonghwa'nın pijamalarına sıkıca sardı parmaklarını. Başını yavaşça geriye çevirdi.
Gördüğü şey karşısında çığlık atmak belki de en beklendik şey olurdu. Ancak o öyle çok korkmuştu ki sesini ve nefesini kaybetti. Şiddetle titremeye başladığında gözlerinde yaşlar birikti.
Bekliyordu, hepsi bekliyordu. Ancak bu kadar korkuncunu değil. Bu kadar kan donduranını değil. Diğerlerinin geri geldiklerinde iyi görünmeyeceklerini hepsi biliyordu. Bu kadarını değil ama.
Seonghwa tavanda oturuyordu. Bacaklarından biri ters tarafa dönüktü ve şekli mide burkuyordu. Ağzı bir bardağı sığdıracak kadar büyüktü ama dişleri yerinde değildi, derin bir karanlık vardı ve bir şeyler dışarı akıyordu. Kolları tuhaf birer pozisyondaydı. Başı dik bir açıyla yana dönüktü ve terse dönmeye devam ediyordu. Gözlerinin yerinde derin çukurlar vardı. Derisi küllü ve pulluydu, aşağı sarkıyordu bir torba gibi. Saçları yer yer dökülmüştü ve kafa derisi görünüyordu.
Onun Seonghwa olduğunu ise burnundan anlamıştı. Ne saçma. Kabuslarında bile göremeyeceği canavar gibi birini tanımak. Yataktaki kişiye kayıp bedenlerini iyice yapıştırdı. Eliyle sarsıp onu uyandırmaya çalıştı. Sesini bulamıyordu.
"Hongjoong." Elini kaldırıp ona doğru uzandı.
"A-aman ta-tanrım- Hwa- Hwa u-uyan!"
"Ne-HONGJOONG!" Seonghwa bir anda uyanıp onu gördü. Yataktaki adamı daha fazla kendine çekip kollarıyla onu korumaya çalıştı. "Bu da ne!"
"Kalkmalıyız." Dedi Hongjoong ve üzerindeki örtüyü tekmeledi. Ranzadan inmek için kalktığında öteki Seonghwa'dan üzüntü dolu sesler döküldü. Hala diğerine uzanmaya çalışıyordu.
"Hongjoong."
Hongjoong onu dinlemeden yataktan indi ve peşindeki Hwa ile odadan çıkmak için kapıya yürüdü. Ancak o an dolabın aralık kapağından gördüğü bacakla yerine çakıldı. Dolabın içinden bakan bir gözü ise ancak dışarı uzanan elden sonra gördü.
Kaptan.
"Geldiler." Dedi sadece ve Hwa'yı çekip odadan çıkardı. "Çocukları kaldıralım- siktir!" koridorda sürünen Mingi korkusunu had safhaya çıkardı. O ikisine bakmadan sürünmeye devam ettiğinde Hongjoong karşı odaya girdi. "Yunho, Woo, kalkın!" odaya bakındı, Mingi dışarıdaydı, San burada mıydı?
Yunho alt ranzadan çıktı uykulu bir şekilde. Olanlardan haberi yoktu daha. "Hyung, saat kaç?"
"Gün doğumu." Dedi sadece ve üst ranzaya tırmanmaya başladı. Ancak yukarı çıktığında korkuyla durdu. San yatağın bir köşesinde oturuyordu. Wooyoung uyanıktı ama korkudan felç geçirmiş gibiydi. "Wooyoungie, bana doğru kay." Dedi sakince. Wooyoung kımıldamadığında yavaşça üzerindeki örtüyü çekti. Ayaklarından tutup onu kendine doğru çekmeye çalıştı ama itiraz eden sesler çıkaran San yüzünden durdu. "Woo, lütfen, iki dakika kendini zorla ve hyunguna gel."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE DOOR
FantasyBir anda kötü ikizinizi karşınızda gördüğünüzü düşünün. Size ve sevdiğiniz her şeye zarar veren biri. Gün doğumunda bütün kanıtlarıyla yok olan bir canavar. peki ya sizden başka kişilerin de başına geldiğini öğrenseydiniz? Peki ya çok daha ağır sır...