Oturma odasında uzanan ve boğazlarındaki sudan kurtulmaya çalışan sekiz genç bitap düşmüştü. Ne olduğunu, bunun nasıl gerçek olabildiğini sorguluyorlardı. İlk doğrulan Mingi oldu. Etrafına baktı. Oda onların ıslattığı yerler dışında tertemizdi. Diğerlerinin derin nefeslerini dinledi bir süre.
"Az önce ne oldu?"
Hongjoong elin kaldırıp şimdi boş olan tavanı gösterdi. "O kaptan bozuntusu... düşündüğümden daha güçlü. Bir çeşit kapı açtı. Sanırım."
"Kapıydı, hem de çok tehlikeli bir kapı." Dedi Hwa. Hongjoong ona baktığında öteki olduğunu gördü, gözleri maviydi. "Korkma, gideceğim." Doğrulup oturdu. "Hepimizi o şeyin elinden kurtarmak için bizi zorla birleştirdi. Duygularınızı zorla bedeninize çağırdı. Bu, ancak o denizde yapabileceğiniz bir şey. Orayı engellemeye kimsenin gücü yetmez. Hongjoong, o çok şey yapabiliyor, gücü çoğu duygununkinden fazla." Zeminde kayıp Joong'a yaklaştı. Hongjoong yerinden kımıldamadı. "İyileşmek için geri geleceğiz, gün doğumunda bizi bekleyin." Dedi ve diğerinin dudaklarına hızlı bir öpücük kondurdu. Seonghwa gözlerinin rengi kendininkine dönünce Joong'a sarıldı. Hemen karşılık aldı, ıslak vücuduna rağmen kupkuru ve sıcacık hissetti.
"Oha..." San hala uzandığı yerden gördüğü şeye şaşırdı. Pratik odasında olanları yarası yüzünden görmemişti, onun için ilkti. "Buna şaşıran bir tek ben miyim?"
"Sannie, bu dördüncü öpücükleri." Dedi Woo. Hongjoong nereden bildiğini soracakken Hwa boğazını temizleyip geri çekildiğinde onun anlattığını anladı. Deşeleyip utandırmak istemedi ama San bir anda ayağa kalkıp bağırdığında iki abi utançtan renk değiştirdi.
"Seviştiler mi yoksa!"
"Hayır salak!" Hongjoong ıslak ceketini çıkarıp ona attı. Gözü duvardaki saate kaydı. "Siktir! Geç kalacağım!" kalkıp banyoya koşturdu, tuzlu sudan arınmalıydı. Hızlıca soyunup suyun altına geçtiğinde banyonun kapısı açıldı.
"Hongjoong tek gitmiyorsun-"
"Ben de sabah sana tek kalmıyorsun dedim, değil mi?" dedi arkası dönükken. Diğerinin içeri gireceğini düşünmemişti. "Sunbae ile konuşup geleceğim-"
"Ya bize bir şey olursa?"
Hongjoong farkında olmadan ona döndü. Başından aşağı akan su gözlerinin üzerinden geçip rahatsız ediyordu ama umursamadı.
"Belli ki kaptan olmadan çocukları kurtaramayacaktık, oradan çıkamayacaktık. Kendini düşünmüyorsan bizi düşün, bizi ancak siz koruyabilirsiniz."
Hongjoong bir süre düşündü. Dediği doğruydu ama diğerine tek geleceğini söylemişti. Saçlarını geriye atıp yüzündeki fazla suyu eliyle sildi başını suyun altından çektikten sonra. "Bir saat, bir saat içinde dönmezsem Seonghwa'ya ulaşmaya çalış."
"Joong! Beni dinle!" sinirle ona yaklaştı. Çıplaklık ikisinin de umurunda değil gibiydi. "Endişeden ölmek üzereyim, çocukların hepsi gözümüzün içine bakıyor ve ben korkuyorum."
"Ben ne yapmalıyım peki!" bağırıp suyun altından çıktı ve ona yaklaştı. "Kaptanın geri gelip gelmeyeceğini bilmiyorum, o şeyin bizi bulup bulamayacağını da. Bir insan olarak yapabileceğim hiçbir şey yok. Gidip yardım almalıyım."
"Tek yapmak zorunda değilsin!"
"Anlamıyor musun! Tek gideceğim dedim!"
"ANLAMIYORUM!"
"NEYİNİ ANLAMIYORSUN!"
"SÜREKLİ TEK BAŞINA SAVAŞMAYA ÇALIŞMANI ANLAMIYORUM! BANA BİLE İZİN VERMİYORSUN!"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE DOOR
FantasyBir anda kötü ikizinizi karşınızda gördüğünüzü düşünün. Size ve sevdiğiniz her şeye zarar veren biri. Gün doğumunda bütün kanıtlarıyla yok olan bir canavar. peki ya sizden başka kişilerin de başına geldiğini öğrenseydiniz? Peki ya çok daha ağır sır...