Bölüm 35

43 12 24
                                    

Siyah. Soğuk ve burnunun ucundan ilerisini göstermeyen bir karanlık. Düşüyor mu yoksa ya süzülüyor mu beden? Zamanın geçip geçmediği bile belli değil. Kim olduğunu bile hatırlamıyor. Nerede olduğunu sorgulamak bile aklına gelmiyor aslında. Bir yok oluşun içinde sıkışıp kalmış gibi. Yalnız ve ıssız.

Soğuk can yakmaya başlıyor. Tene ya da ruha batıyor. Nefes sesleri geliyor kulağa ama kime ait olduğu belli değil. Kendisinin olup olmadığını bile anlamıyor aslında. Hareket ediyor gibi hissettiriyor bir şeyler, belki de kıyafetleri tenine değdiğinden öyle düşünüyor.

Bir yırtılma sesi duyuluyor. Karanlığı yaran bir şey var. Uzakta gibi görünen beyaz bir ışık yavaşça büyüyor. Büyüdükçe sesler artıyor. Biri bağırıyor. Kalın bir ses. Kime ait? Bir el uzanıyor yarıktan içeri. Sonra bir tane daha. Kan damlıyor ellerden. Bir daire çiziyor eller havaya.

Kan parlıyor. Hava ısınıyor. Işık artıyor. Bedeni ağırlaşıyor ya da hafifliyor, bir tarafa doğru çekiliyor. Burnuna tuzlu bir koku geliyor. Genzini yakacak kadar tuzlu. Bedeni savruluyor ellere doğru. Yakalanıyor ve dışarı çekiliyor, belki de içeri. Işık saçan yarıktan çıktığında alıp almadığını bile bilmediği nefesi sekteye uğruyor. Boğulmaya başlıyor ağzından içeri dolan suyla.

Kendini hatırlıyor.

Bang Chan onu tutan elleri sıkıca kavradı. Onu boşluktan çekip çıkaran Namjoon'la birlikte yukarı yüzdü. Karnı ağrıyordu, nefessizdi ve su yutmuştu. Yukarı çıkıp derin bir nefes çekmeliydi. Hemen. Yüzeye ulaştıklarında öksürerek ciğerlerini doldurmaya çalıştı.

"N-neh- neredeyiz!" Namjoon'a sordu ama adam ona bakmıyor bile. "Hyung!" onu kendine çevirmeye çalışırken ne dediğini fark etti. Hyung? Elini göğsüne yasladı. Chris neredeydi? Daha sert asıldı diğerine. "Hyung, bana cevap vermelisin!"

"Travma savaşını kazandı!" Namjoon ona dönüp baktığında gözlerindeki kaybı gördü Chan. "Amacına ulaştı. Son kişiyi de aldı bizden." Sesi titriyordu şimdi. Yumruğunu suya geçirip bağırdı. Sesi dalgaları yırtacak kadar yüksekti. "Onun oyununa geldik! Yine! Anlamalıydım! Bu tarafa geçip de bu kadar geri gitmemiz imkansızdı!"

"H-hyung kimi aldı? Kimi kaybettik!"

Namjoon başını göğe çevirdi. Göz yaşları zaten ıslak olan yüzünden aşağı kaydı. "Jungkook... küçüğümü kaybettim. Ellerimden aldı onu."

Chan kendi kalbine inen çekiçler yüzünden sustu. Onu tamamen kayıp mı etmişlerdi? Son muydu onun için? Neden o? O kendi sorularıyla boğuşurken üzerine düşen gölgeyi yeni fark etti. Başını kaldırdığında gemiyi gördü. Destiny. Ama onu bu halde göreceğini düşünmemişti. Kıçında kırıklar vardı, biraz daha büyük olsa su alıp batacaktı. Yelkenlerden ikisi aşağı sallanıyordu, vahşice koparılmış gibi. Burnu yamulmuştu. Küpeştenin görebildiği kısımları bir şey oradan kavramış gibi ezilmişti.

Savaştan çıkmış- hayır, kaçmış gibiydi.

Bir halat indi aşağı. Halatın başında kaptan vardı. Chan ona bakarken yüzünde büyük bir hüzün gördü. Sanki... kaptanın izleri yoktu onda. Halatı kavradı. Namjoon hyungunu çekti kendine. "Yukarı çıkalım." Halatı tırmandılar zor bela.

Güverteye çıktıklarında sayıdaki azlık dikkat çekti. Chan kendi üyelerini saydı. Eksikti. Jeongin ve Seungmin yoktu. Diğerlerinde göz gezdirdi. Abilerinin Jungkook dışında eksiğinin Yoongi hyung olduğunu gördü. Korsanlarsa daha azdı. Yunho, Seonghwa ve Jongho yoktu.

"Ne oldu... bize ne oldu!" Hongjoong'a döndü. Adam omuzlarını düşürmüş oturuyordu. Onun önüne geldi. "Joong, ne oldu? Diğerleri nerede!"

"Öldüler."

THE DOORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin