Bir hafta. Çocuklar bir hafta izin yaptıktan sonra tekrar işlerinin başına geçtiler. Evdeki durumlar ise karışıktı. Kendileriyle konuşmaya, bir şeylere daha fazla açıklık getirmeye çalışıyorlardı ancak hepsi bir şeyden çekinir gibi bir yere kadar anlatıyor sonra susuyordu. Hongjoong'a göre bu şey kaptandı. Zamanında koyduğu yasakları hala sürdürüyor olmalıydı. Hak da veriyordu Hongjoong, sindiremeyecekleri şeyleri anlatmaları için onları zorlamak sadece kendilerine zarar verirdi.
Ancak bu hafta sakin geçmemişti tüm sabırlı bekleyişlere rağmen. Jongho iki gün hiç gitmemiş, herkesi korkutmuştu. Korkutan gitmemesi değil bir anda kapalı kapıların ardından belirip odada olanları korkutmasıydı. Sessizdi ve gece uyandıklarında onu başlarında beklerken bulmaları çok olası olmuştu iki günde. İki kere Yunho'yu bir kere de San'ı korkutmuştu başlarında bekleyerek.
Bir diğer konuysa Yunho'ydu. Mingi'nin peşine takılmıştı, bir sapık gibiydi, çocuğun arkasında durup onu takip ediyordu. Mingi çoğu zaman onu fark etmiyordu, ettiğinde ise korkup bağırıyordu. Yunho kendisiyle konuşup göndermeye çalıştığında sadece birkaç dakikalığına gidip geri gelmişti.
İkisinin bu davranışlarını kaptana şikayet eden Hongjoong'sa ondan aldığı cevap yüzünden bir daha konusunu açmamıştı.
"Yaptıklarının bir amacı var, kovmaya çalışmayın."
Şimdi de stüdyosunda oturan Hongjoong koltukta oturan ve ona delici bakışlar atan San'la yalnızdı. Neden burada olduğunu sormuştu ama çocuktan cevap alamayınca işine bakmaya çalıştı. Ancak birkaç saatin sonunda San'ın yavaşça ona yaklaştığını fark edebildi. Yakalanmaktan korkar gibi milimlerle hareket eden San şimdi hemen arkasında ayaktaydı.
"San, benden istediğin bir şey varsa söyle. Böyle beklemen beni ürkütüyor."
San cevap vermedi. Hongjoong sandalyede dönüp çocuğun yüzüne baktı. Dümdüzdü, bir mimik dahi yoktu. Omuzlarını düşürdü. Her neyin peşindelerse onu sıkıntıya sokuyorlardı. "San, ben kimim?"
"Kim Hongjoong-"
"Kaptanın!" sandalyeden kalkıp karşısına geçti. Çocuğun yüzünde sonunda bir mimik oluşmuştu. Kaşları hafifçe havalanmıştı. "Bir haftadır garip davranıyorsunuz. Ya ne olduğunu söylersin ya da kaptanın olarak sana söyletirim!" bunu yapmak hoşuna gitmemişti. Etrafa emirler yağdıran biri değildi ama biliyordu ki bu kişiler kaptanlarına derin bir bağla bağlıydı. Kendisine yani.
San parmaklarını birbirine dolayıp başını eğdi. "Anlatması zor, siz anlamazsınız."
"Dene bakalım."
San başını kaldırıp ona tereddütle baktı. "Bekçilerin siz görmeden etrafta dolandığını biliyorsun, değil mi?" Hongjoong başını salladı, biliyordu. "Başka bir duygunuzu çekmemeleri için bir bekçi yanınızdayken etrafınızda olmamız onlara engel oluyor."
"Tek seferde bir beden yapabiliyorlar sanıyordum?"
"Bu iplik çekmelerine engel değil. Beden oluşturamayacak olsalar da iplikler önemli. Hepimizi bir arada tutan onlar. Daha fazla çekmelerine izin veremeyiz."
Hongjoong sıkıntıyla oflayıp geri oturdu. "Sizin varlığınız buna nasıl engel oluyor?" dediğinde San da odadaki koltuğa oturdu geri. Biraz daha gevşemişti onunla konuşurken. "İplik çekerlerse ellerinden alabiliyoruz, göremedikleriniz küçük ve güçsüz bekçiler olduğu için kolay oluyor."
"Bekle ne! Bunların küçüğü büyüğü mü var!" San başını salladı. "Burada bir tane var mı?" tekrar salladı. Kapıyı gösterdi. "Hemen önünde."
"Sikeyim." Hongjoong sandalyede geriye yaslanıp ellerini yüzüne kapattı. "Hep böyle gelip gidiyorlar mı?"
"Hep değil. Ama bu kadar sık olmamalıydı, kaptan bir yerlerde açık bir kapı olduğunu düşünüyor. Özellikle bu tarafa gönderiliyorlar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE DOOR
FantasyBir anda kötü ikizinizi karşınızda gördüğünüzü düşünün. Size ve sevdiğiniz her şeye zarar veren biri. Gün doğumunda bütün kanıtlarıyla yok olan bir canavar. peki ya sizden başka kişilerin de başına geldiğini öğrenseydiniz? Peki ya çok daha ağır sır...