Hongjoong gözlerini açtı sıcaktan bunaldığında. Kuruyan boğazını hissedince yutkunmaya çalıştı ama suya ihtiyacı vardı. Başını yasladığı yere daha çok sokuldu uykusuna geri dönme ihtiyacıyla. Burnuna dolan hoş koku onu rahatlatırken kolunu etrafına sardığı sıcaklığa daha sıkı sardı.
Bir bedene sarıldığını anladığında gözleri hızla açıldı. Başını kaldırdığında altında huzurla uyuyan adamı gördü. Güzelliğiyle hipnotize olmaktan son anda kendini kurtardı ve başını başka tarafa çevirdi. Tenlerini ayıran tek bir bez parçası dahi bulamadığında paniklemeye başladı.
Yoksa kaptan sözünden dönüp bir şey mi yapmıştı?
"Hyung, uyandın mı?"
Hongjoong kafasını kaldırdığında ateşin öteki tarafında oturan Jongho'yu gördü. "Panik atak geçirdin, hatırlıyor musun?"
"Ben... hayır. Ne zamandır uyuyorum?"
"Öğleyi geçeli çok oldu." Dedi ve kalkıp abisinin yanına geldi. Hongjoong üzerlerindeki örtüyle ikisini örtme çabasına girdi. Hareket ettiğinde ise görmediği çıplaklığı hissetti. Niye böyle yatıyorlardı!
"Islak kıyafetlerle hasta olursunuz diye Hwa hyung onları çıkardı." Jongho yüzündeki oyuncu gülümsemeyle oturdu hemen yanlarına. "Onları kuruttuk. Giyebilirsiniz."
"Diğerleri nerede?"
"Kampa döndüler, kurtarılabilecek başka bir şey var mı bakmak için." Jongho abisine gülümsese de ondaki yıkımı görebiliyordu. Gözlerinin sadece altında değil etrafını saran bir koyuluk vardı, içleri ise eski ışıltılarından yoksundu. Omuzları yarı uzanır pozisyonda bile çökük duruyordu. En korkuncu da çok konuşmuyor oluşuydu. Abileri çok konuşkan biri değildi, diğerlerine nazaran, ancak bu denli bir sessizlik de normal değildi.
Onu yıkan bir şey olmuştu ve kimseye anlatmıyordu.
"Hyung, korkacağımızı düşündüğün için anlatmıyorsan lütfen yapma. Seni böyle yalnız görmek daha korkunç."
Hongjoong kollarında kuvvet kalmadığını düşünüp tekrar uzandı adamın göğsüne. Başı küçük olana dönüktü. Jongho onu iyi bilen bir çocuktu. "Kaptan son savaşını neden kaybetti bilmek ister misin?" Jongho yüzünde konuya şaşırdığını belli eden bir ifadeyle başını salladı.
"O şeyi yenebileceğine emindi, kendini çok güçlü gördü. Yenilmez sanıyordu kendini. O diyar için, sizin için geleceğini bile bile bekledi. Geldiğinde ise geç kalmıştı." Derin bir nefes çekti ciğerlerine. Anlatmak bile zor geliyordu. "O bekçi kadar güçlü değildi. Her şeyini kullandı. Her şeyini. Kaybetti Jongho. Geriye kalan son direncini sizi kendine bağlamak için kullandı."
Jongho nedense bundan sonra duyacakları yüzünden nefes alamayacakmış gibi hissetmeye başladı.
"Bazılarınızı kaybetti, fiziken."
Göğsü sıkıştı genç çocuğun.
"Bazılarınızı orada bırakmak zorunda kaldı, küçücük birer parçanızı mesela."
Başını başka tarafa çevirdi. Gözlerinin dolduğunu görmüştü abisinin. Abisini ağlarken görmek istemiyordu. Kendi gözleri de dolmuştu oysaki.
"Ve teslim oldu."
Jongho ellerini yüzüne kapattı. Daha fazlasını duymak istemiyordu. Kendini oturduğu yerden iterek kaldırdı ve uzaklaştı. Abisinin de onu ağlarken görmesini istemiyordu.
***
Seonghwa bedenindeki rahatsız kıpırdanmaya uyandı. Başını kaldırıp baktığında birinin bacaklarından yukarı bir şey çektiğini gördü. Paniklediğinde elleriyle ona engel olmaya çalıştı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE DOOR
FantasiaBir anda kötü ikizinizi karşınızda gördüğünüzü düşünün. Size ve sevdiğiniz her şeye zarar veren biri. Gün doğumunda bütün kanıtlarıyla yok olan bir canavar. peki ya sizden başka kişilerin de başına geldiğini öğrenseydiniz? Peki ya çok daha ağır sır...